YUKARI

Röportajlar

Yazar: Ceren Uzel Gürbüz - Canan Egüz | Eklenme Tarihi: 30 Aralık 2008

Mor ve Ötesi'nin Solisti Harun Tekin ile söyleşi

  • Onunla direkt temas kuramadık. Bu söyleşiyi de menajeri aracılığıyla ayarladık. Ve hatta bu defa fotograf çekmemiz de yasak. Buluşma saatimiz ve yerimiz birkaç kez değişti. Şimdi Cihangir’de Baykuş Cafe’de oturmuş onu beklerken hafif bir gerginlik yaşıyoruz...

    Aklımıza ünlü rock starlarının gazete haberlerinden takip ettiğimiz şımarıklıkları geliyor. Ya gelmezse diye düşünürken menajerini tekrar aramaya karar veriyoruz. Ama tam da o anda hafif sakalı ve siyah çerçeveli gözlükleriyle oldukça ciddi görünüşlü bir adam kapıdan içeri giriyor ve birini ararcasına etrafına bakınıyor. Bu kişinin Harun Tekin olduğunu anlayınca rahat bir nefes alıp ayağa kalkıyoruz ve kendisine hoşgeldin diyoruz. Muhabbet pek çabuk koyulaşıyor. Öyle ki bir süre sonra o muhteşem şarkıların sahibi Mor ve Ötesi’nin solistiyle değil de uzun bir aradan sonra karşılaştığımız eski bir okul arkadaşımızla sohbet ettiğimiz hissine kapılıyoruz. Büyük başlıklar kovalamaya çalışmadan büyük konuların etrafında gezinirken keşke fonda onun müzikleri de çalıyor olsaydı diye geçiyor içimizden. Kimbilir belki siz bu söyleşiyi Mor ve Ötesi’nin son albümü eşliğinde okuyabilirsiniz. Çünkü “Başıbozuk” çıktı. Ama bu isim sizi yanıltmasın çünkü Harun Tekin’in başı bozuk falan değil aksine saat gibi, tıkır tıkır çalışıyor...

    Son dönemde gündeminizde neler var?
    Başıbozuk adlı albümümüz çıktı. Onun çalışmaları var. Ayrıca 6 Aralık’ta yapılacak küresel iklim değişikliği ile ilgili basın açıklaması var. Onun üzerinde çalışıyorum. Fakat o 6 Aralık günü yapılacak açıklamanın yaza alınmasından yanayım ben. Küresel iklim krizi var diye kışın ortasında çıkmak çok inandırıcı olmuyor. Haziran ya da Temmuz gibi yapmak daha inandırıcı olabilir, çünkü gerçekten çok sıcak yaz ayları yaşamaya başladık.

    Bu kadar sıcak bir Aralık ayında yapmak da ayrıca anlamlı olabilir belki?
    Elbette ama yine de yani yazın yapılması daha etkili olur.

    Nasıl bir albüm oldu Başıbozuk?
    Başıbozuk 14 şarkılık bir ara albüm. 3 tane yeni şarkı, 3 canlı kayıt ve 8 tane remixten oluşuyor. Bizim 2007 senesinde yaptıklarımızı özetleyen bir albüm. 2008 zaten biraz hızlı geçti o manada. İlk 6 ayında çok gezdik. Şimdiyse gelecek sene yapacağımız Avrupa Turneleri ve yeni stüdyo albümü ile ilgileniyoruz. İlk Turne Şubat ayının sonunda başlıyor 15 konserlik. İkinci turne için de çalışmalar devam ediyor.

  • Ekim ayında REM’in konser verdiği, sivil toplum kuruluşlarının da katıldığı S.O.S İstanbul Festivali’nde siz de sahneye çıktınız. Hep böyle mesaj içeren projelerin içinde mi yer alıyorsunuz?
    Hayır, ticari projelerde de yer alıyoruz. Aslında sizi öyle düşündüren şey; müzik camiasında hem uzun cümleler kurma kabiliyetine sahip, hem de bunu tercih eden insanların az olması. Daha doğrusu böyle imkanlara sahip olanlar çok da onu tercih edenler az. Ancak S.O.S çok politik bir şey de değil. REM solo konser yapmak yerine böyle sosyal sorumluluk taşıyan bir festival istemiş.

    Mor ve Ötesi de buraya güzel uyar diye düşündüler herhalde?
    Hayır, “REM’e uyar” demişler daha ziyade. Bizim ticari faaliyet gösterdiğimiz bir alan müzik. Bir iş yaptığımızda 12 ila 14 kişilik kendi teknik ekibimizden başlayarak zaman zaman 100’e yakın insanın pay sahibi olduğu bir ekonomi çalışıyor. Dolayısıyla bizim sadece mesaj kaygısı gütmek gibi bir lüksümüz olamaz. Kaldı ki bunu tercih etmiyoruz zaten. Neticede müziğin anlatım kabiliyeti, pek çok şeyin, bu arada sözcüklerin de ötesine geçer. Dolayısıyla iyi bir şarkının kapsama alanını daraltabilecek her hangi bir harekete çok katılmıyoruz doğrusu. Evet, yanıp tutuştuğumuz meseleler var. Ancak bir şarkı ile ulaşabildiğimiz yerlerde yaratabileceğimiz değişiklik potansiyelini çok önemsiyoruz.

    Sizin bu yanıp tutuştuğunuz şeyler arasında doğa sevgisi ve çevresel konulardaki farkındalıklarınız da var mı?
    Eh; çünkü onu öyle diyebilmek için insanların kendi hayatlarını buna göre çok güzel planlamış olmaları gerekir. Bizimki eylem ve söylem düzeninin arasında bir yerde kalıyor; bu kendi adımıza eleştirel bir şey. Esas problem, tüketim ile alakalı boyutundan yakaladı bizi. Bünyelerimiz tüketim toplumu ve sürdürülebilirlik, sürdürülebilir kalkınma denen şeyle ilgili bir problem tespit etti. Yani bu noktaya pastoral bir yerden, “ah güzel doğa” diyerek gelmedik. Daha ziyade rasyonel imkansızlıklar açısından geldik. Hiç de iyimser değiliz bu açıdan. Dünyanın hayat biçimini değiştirmesi için 2 yol var: Bir tanesi güzellikle, bir tanesi zorla olacak. “Zorla” tercihinde de zaten, insan kalırsa eğer, onlar yaşam biçimlerini değiştirecekler.

    Söylemlerinizde var ama şarkılarınızda tema olarak çok da mesaj kaygısı gütmüyorsunuz. Söylemde bunu yapıyor olmanız ama müziğinizde tamamen özgür olmanız çok güzel bir şey bir yandan.
    Evet, röportajlar ve söyleşiler elimizdeki PR kabiliyeti olarak karşımıza çıkıyor. O manada biz onları kullanıyoruz. Şarkıları öyle görmüyoruz. Eğer çok iyi bir reklam müziği yazarı değilseniz bir amaç uğruna yazılan şarkılar didaktik olduklarında problem doğar. Tam tersi sonuç verebilirler.

  • Doğru diyorsunuz. Özellikle söylerken en sevdiğiniz şarkınız hangisi?
    Bu hepimiz için değişebilen bir şey galiba. Son zamanlarda “Son Denemeler” hoşuma gidiyor.

    Müzik dışında başka neler var hayatınızda?
    Cem Mumcu ve Pelin Batu ile yaptığımız Kısa Devre programı var şu an süren. Onun dışında futbol manyağıyım.

    Evet, internette birçok yerde “Ekoloji, zihin felsefesi ve futbolla” yoğun biçimde ilgilendiğiniz yazıyor. Bu derece futbol ilgisi nerden kaynaklanıyor?
    Lümpen bir damga olabilir futbolun üstünde. Ama benim bildiğim en kreatif oyunlarından birisi. Futbolu düşündüğüm zaman beni en heyecanlandıran şey kombinasyonlar. 106 m’ye 68 m’lik saha, 7.5 m’ye 2,5 mlik kale, 22 oyuncu ve bir tane top. Bunun getirdiği kombinasyon imkanları felaket bir şey. Bunu izlerken de oynarken de bu böyle.

    Oyunun kendisini seviyorsunuz yani?
    Evet, oyunun kendisi çok güzel bir oyun ama etrafında koparılan şeye çok üzülüyorum. Gene de oyunun kendisiyle çok özel bir bağım var. Küçükken de belliydi. İki yaşındayken bile futbol maçı karşılığında şarkı söylüyormuşum. Şimdi 2-3 haftada bir Newsweek’de futbol yazısı yazıyorum. Oradaki yazım “beşinci şampiyon çıkar mı?” gibi bir şeydi. Çıkacağını düşünüyorum, en azından Trabzonspor alır bu sene.

    Yaptığınız işlerde en çok nelerden zevk alıyorsunuz? Etkileniyorsunuz?
    İlk müzik yapmaya başladıktan sonraki 8-10 sene bana ilham veren şey müzikti. Daha sonra bir değişim oldu. Müzik dışındaki yaratıcı alanlardan daha fazla etkilediğini fark ettim. İyi bir kitap, iyi bir film hatta kötü bir haber bülteni gibi şeyler de çok etkileyici olabiliyorlar.

    Yeri gelmişken, sizi son dönemde en çok etkileyen kitap hangisi?
    Edebiyat olarak İhsan Oktay Anar’ın bütün kitapları döne döne etkiliyor beni. Kurgu olmayanlardan Naomi Klein’ın Şok Doktrini diye bir kitabı var. Bir de Murat Belge’nin “Genesis” adlı kitabını daha dün aldım. Milliyetçiliklerle ilgili şeyler ilgimi çekiyor. Çünkü içinde bulunduğumuz toplumla ilgili çözülmesi gereken bir takım meseleler var ve o meseleler milliyetçilikleri topyekun reddederek veya herhangi birine biat ederek çözülebilecek gibi değil. Kendimi milliyetçilik ve din kavramlarını, neye karşılık geldiklerini anlamak durumunda hissediyorum.

  • Üniversite’de felsefe eğitimi almışsınız. Bilerek mi seçtiniz yoksa sınav sisteminin kurbanı mı oldunuz?
    Ben felsefe psikoloji çift ana dal mezunuyum. Şimdi’de Bilgi Üniversitesi’nde Kültürel İncelemeler mastırı yapıyorum. O dönemde dikkatim dağıldığı için felsefeye girdim doğrusu. Ama çok iyi oldu. Hayatımdaki en önemli şeylerden biri böyle olmuş olması.

    Kendinizi tanımlarken, yakın hissettiğiniz, kendinizi koyduğunuz bir felsefi akım var mı?
    Öyle bir şey yapmak haddime düşmez ama okurken beni Anglo Saksonlar’dan çok Kıta Avrupası etkilemiştir. Biraz demode kaçar ama, her şeyin dil olduğunu, dil olan her şeyin de doğa olduğunu iddia eden Parmenides, Spinoza çizgisi beni hep etkilemiştir. Holografik paradigma diye bir şey var, onu bulduğumda da çok hoşuma gitmişti. Hologram bir fotoğraf tekniği. Hologram tekniği ile fotoğraflanmış bir at fotoğrafı var. Bir gün birisi bu fotoğrafı dörde bölüp 1/4 ‘lük bölümünden atın bütün bölümlerini fark ediyor. Bu parçada bütün olduğuna dair görsel fena bir metafor. Ben görsem böyle bir şeyi çıldırırım. Fakat işte bu tür şeyler felsefenin hep kıyısında kalan şeyler. Aslında dışına taşmış oluyorlar.

    Çeşitli sosyal hareketler içinde varsınız. Bu durum ne zaman başladı?
    1999 yılındaki deprem başlangıç oldu bizim için. Türkiye’de Devlet normalde hayatımızda çok görünür bir şey. Ama deprem olduğunda bir anda yok oldular. Deprem sonrasında devletin müdahaledeki yetersizlikleri ve onun üzerine kurulan eleştiriler bizi esas motive eden şeyler oldu. Orada zihinsel anlamda bir açılma yaşandı. Ama kendi adıma söylemem gerekirse ona paralel, bunun ruhani bir tarafı da vardı. Çok büyük bir yıkım var fakat bundan sonrası için büyük dersler alınacak, bir daha böyle olmayacakmış gibi bir his oldu. Aşağı yukarı 6 ay sürdü bu durum. Sonra o his bizde baki kaldı.

    Ardından nükleer santral ihalesi çıktı. Biz de ona karşı çıkan bir ekibin içinde olduk. Ve nükleer santral yapılmadı da. Yapılmaması bence bizi çok tetikledi. Çünkü normalde öyle şeylerde ilk karşınıza çıkan görüşlerden biri “ee yapıyorsunuz da ne oluyor?” olur. Ama demek ki hakikaten bir şeylere fayda sağlanabiliniyor. Ondan sonra, 2002 sonları itibariyle savaş karşıtı kampanya ile yolumuz kesişti. Anti militarist bir tarafımız var. Gerekli durumlarda o kampanyayı destekliyoruz. Onun dışında 2005’te Sorgun Ormanları’na golf sahası yapılması ile ilgili bir hareket olmuştu. O da işe yarayan hareketlerden oldu. Orada en azından golf sahası yapılması engellenerek birkaç bin ağaç kurtarıldı. Fakat tabi bunlar sınırlı hareketler. Yapılması faydalı ama esas değiştirebilecek kudrette olan şeyler değiller. Onun için de yeni bir eleştirel partiye ihtiyaç var. İlla sol da olmak zorunda da değil.

  • Şimdi bir de Yeşiller Partisi kuruldu tekrardan. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
    Yeşiller Partisi’nin olması çok güzel. Ama onların Türkiye siyasetindeki yerinin bir iktidar alternatifi değil, bazı yerlere danışmanlık verebilecek, aynı zamanda bir sürü insanı örgütleyerek siyasete belki de ilgi duymalarını sağlayabilecek çok önemli anahtar rolü olduğunu düşünüyorum. Elbette gönül ister ki 460 milletvekili ile iktidara gelsinler, o da ayrı.

    Sizin doğa deyince aklınıza ne geliyor? Hayatınızın ne kadar içinde?
    Bu hayatın içi, dışı yok zaten. Hayatta zaten doğa da var, kültür de var. Bizim şehirde yaşıyor olmamız problem o konuda. Gri etrafımız birazcık. Doğa ile benim zihinsel ilişkim daha fazla. Böyle olmamalı, böyle olmalı gibi şeyler düşünüyorum. Elbette ki ağaçların arasında kendimi çok daha iyi hissediyorum ama bunun bir süresi var. Böyle günlerce, haftalarca kendimi doğa ile bütünleştireyim gibi bir şey benim tarzım değil. Doğayla ilişki derken şu da var. Benim fiziksel olanla ilişkim zaten biraz problemli. Doğa fiziksel bir şeydir ya, bende daha mental seyrediyor.

    Sivil Toplum Kuruluşları ile bir yakınlığınız var mı? Herhangi bir STK’nın sözcüsü olmaya nasıl bakıyorsunuz? Son dönemde bu tarzda örnekler görüyoruz.
    Bir yerin sözcüsü olmakta problemler var bence. Bizim tercihimiz, altına imza atabileceğimiz metinler olduğunda onları okumak. Bunda bir sorun yok. Ama benim şahsen bir şeyin sözcüsü olmayı tercih etmeme gibi bir durumum da var. Çünkü o fikirler zaten var havada. O derneğin özel olarak ifade ettiği fikirler de olsa o fikirleri söyleyen dünyada bir sürü yer var. Dolayısıyla orayı o manada ön plana çıkarmaktansa bir kampanyası varsa onu desteklemek daha doğru geliyor.

  • Asla bir petrol şirketinin desteklediği projeyi çevre için yapılıyor da olsa desteklemem gibisinden prensipleriniz var mı?
    Tabi var ama her zaman bir şeyi kimin desteklediğini bilemiyorum. Sosyal sorumluluk projeleri, STKlar birazcık gri bölge. Kesinlikle faydasız olmayan, ama kendi başına faydasını da abartmamamız gereken şeyler. Oradan devrim filan çıkmayacak yani. Oradan bir dönüşüm potansiyeli kendi başına çıkmayacak. Ama onlar olmazsa da daha iyi olmaz.

    Hayranlarınızla ilişkileriniz nasıl?
    Bizim dinleyiciler diye tabir ettiğimiz sevgili dostlarımızla ilişkilerimiz çok mesafelidir. Dinleyicilerle ilişki konusunda çok dikkatliyiz. İnsanlar sizi tanıyarak, müziğinizi dinleyerek bir şey hissediyorlar ve hatta bir sürü durumda bizi tanımasalar daha iyi hissediyor olabilirler.

    Şarkı sözü yazmak nasıl bir deneyim? Gerçekten yaşanmışlıklardan mı yola çıkıyorsunuz?
    Bütün edebi yaratılarda otobiyografik bir taraf vardır. Siz istemeseniz de gördüğünüz siyah lamba bir yerden çıkar yani. Ama yaşadığınız şeyler olması işin iyi olmasını garanti etmiyor. “Hayatın içinden” deyişiyle ilgili problemim de bu; çünkü dışı yok.

    Şarkı sözü yazmaksa çok öznel bir deneyim. Onu herkes farklı yaşıyordur eminim. Ama eninde sonunda, bu işi hesap kitapla yapmayan herkesin zaten kendi deneyimlerinden yola çıkmak eğilimi var. Ama illa ki bir hikaye anlatılmıyor orada. Şarkı bir hikaye olmak zorunda değil. Bazen de bir bilinç akışı olarak bakmak lazım. O açıdan da şarkı sözü hikayeden çok şiire yakın duruyor.

    Şiir yazıyor musunuz peki? Ya da eskiden yazar mıydınız?
    Hayır. Beni şarkı sözü çok tatmin ediyor. Onun şiirle matematik arasında gezinen bir doğası var. En azından nakaratı olan şarkılar yazdığınız zaman o nakaratların tekrar etmesi ve o tekrarlar içerisinde bazen minik değişiklikler olması, bazen olmaması, onların dışında kalan bölümleriyse hep yeniden söylüyor olmanın getirdiği sınırlılık bana çok hoş geliyor. Şiirde öyle bir şey yok.

    Başka şekillerde yazıyor musunuz?
    Kurgusal üretimimim sadece şarkı sözüne endeksli. Onun dışında araştırma inceleme türü şeyler yazıyorum.

    Ve sohbet şarkı, şiir ekseninde biraz daha dolaşıyor. Yazık ki şimdiye dek Türkçe müzikte şiirden şarkıya yapılmış en iyi uyarlamanın hangi şiire ait olduğunu hiçbirimiz hatırlayamıyoruz. Ama bu arada Harun Tekin'in Alman Lisesi'ndeki yıllarına dönüyor ve ister inanın ister inanmayın, okul sıralarında öyle über-çalışkan biri olmadığını da laf arasında öğreniyoruz. Gelelim o son meşhur sorumuza:

    cevreciyiz.com'u ziyaret ettiniz mi? Nasıl buldunuz?
    Evet, iyi, düzgün bir site olmuş. Oradaki izlenimim dolayısıyla şu anda burada bulunuyorum zaten.

    - Ya Ceren, ne güzel değil mi bunu duymak? Acaba artık kendimize acemi röportörler demesek mi?
    - Demeyelim tabii. Neden diyoruz ki???

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu