YUKARI

Röportajlar

Yazar: Ceren Uzel Gürbüz - Canan Egüz | Eklenme Tarihi: 27 Haziran 2008

Ünlü sanatçı ve doğacı Memet Ali Alabora

  • Umut lanettir, umut yok, biz kendimiz sahip çıkacağız kendimize, varoluşumuza, işte o zaman bir şeyler olacak... Devlerin dünyasında kral çıplak diyen yaramaz bir çocukla karşılaşacağımızı beklerken kendi hikayelerimi anlatmak istiyorum diyen büyük bir adam tanıdık. Çünkü biriktirdikleri ve biriktirecekleri ile o kadar mutluydu ki, umut lanettir derken bile asıl fark yaratacak şeyin insanın kendisi olduğunu anlatmak istiyordu.

    Bu dünyayı erkekler bu hale getirdi, pandora'nın kutusu bile öylesine ataerkil bir hikaye ki diye itiraf ediyordu sonra ve karşısındaki acemi roportörlere göz kırpan bu mesajla iyi gidecek bir söyleşinin ilk sinyallerini veriyordu.

    Kahramanlara ihtiyacımız yok, oturup konuşmaya ihtiyacımız var derkense dünyadaki tek hareketin şu anki durumun böyle gitmesini istemeyenlerin hareketi olduğunu savunuyordu.

    Ve böylece bir yaz sabahı, acı kahvenin tatlandırdığı bir sohbet gelişiyordu.

    Son dönemlerde neler yapıyorsunuz? Ne gibi yeni projeler var?
    Garajistanbul ile uğraşıyoruz. Garajistanbul benim bütün zamanımı alıyor. Çünkü garajistanbul’da biz, 200den fazla sanatçı, üretim yapıyoruz. Bu sanatçıların üretim yapabilmeleri için bir alan Garajistanbul. Ama hep beraber olduğumuz, paylaştığımız bir alan. Desteklerle kurulmuş, desteklerle hayatını sürdürebilecek bir alan. O nedenle her zaman, hem izleyici hem sanatçı hem de destekleyici olarak yeni Garajistanbulluara ihtiyaç duyan bir çağdaş gösteri sanatları oluşumu. Bu oluşumun bir ayağı Anadolu’da bir ayağı Avrupa’da. Şu an 2 ekibimiz Avrupa’da turnede, Anadolu’da çeşitli bağlantılarımız var. Hep beraber üretmeye çalışıyoruz. Benim de zamanım burada geçiyor.

    Nasıl oldu da bu 200 kişi bir araya geldi?
    Garajistanbul bir sanat kooperatifi. İçinde olduğum bir yönetim kurulu var. 20-25 kişilik kadrolu bir ekip ve üretim yapan 200’e yakın sanatçı var. Bu oluşum kar amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütü. Mekanla bütün bu işlerin görünür olmasını sağlıyor. Uluslararası ilişkileri ile Avrupa’da görünür olmaya, Gist dergisi ile bu alandaki bir yayını var etmeye çalışıyor. Genç sanatçılarla yeni çağdaş işler yapmaya çalışıyor. Bizler Garajistanbul yöneticileriyiz, ama aslında hepimiz Garajistanbulluyuz. Şimdi biz abonelik sistemi başlattık. Herkesi Garajistanbul abonesi olmaya davet ediyoruz. Yılda 100 YTL’ye abone oluyorsunuz. Abone lafını sevdiğimiz için kullandık. Sürekli gelip giden kişi yani, öyle bir ilişki. Ayrıca üye olabiliyorsunuz, bireysel destekçi ya da kurumsal destekçi olabiliyorsunuz. Başka türlü destek olabileceğinize inanıyorsanız ona da kapımız açık. Bizler gibi Garajistanbullu olmaya davet ediyoruz.

  • Ana sponsoru var mı? İlk kuruluşta finansmanı kim sağladı?
    Ana sponsoru yok. Sponsor da aramıyoruz, destekçi arıyoruz. Buranın kuruluşunda hem ayni hem nakdi destek veren kurumsal ve bireysel destekçileri vardı. 80 kişi bireysel maddi destek sağladı. Kurumsal destekçilerimiz bazı kalemlerin karşılanması için maddi, bazılarının karşılanması için ayni destek sağladı. Ama bunların dışında sürekli bir maddi desteği olmadı Garajistanbul’un. Bu da hayatını zorlaştıran bir şey oldu. Onun için biz şimdi daha geniş katılımlı, daha açık, herkesi kabul eden bir destek çağrısı yapıyoruz. Bu destek çağrısı içinde bireylere ve kurumlara çok küçük meblağlardan daha büyük meblağlara kadar destek olabilecekleri bir formül öneriyoruz.

    Bunun dışında başka çalışmalarınız var mı? Oyunculuk mesela?
    Bunun dışında başka bir şey yapmaya vaktimiz yok. Oyunculuk olarak Garajistanbul’da yeni bir projemiz var: Muhabir. 2009 Şubat’ından itibaren sergileyeceğiz. Muhabir, tam bir tiyatro oyunu olmamakla birlikte nihayetinde bir oyun. Muhabir benim 3 yıllık muhabirlik deneyimime dayanıyor. Bu ülkede ilginç bir zamanda, bir taraftan siyasal İslam’ın şekil değiştirdiği, bir taraftan sermayenin el değiştirmeye başladığı, mafyanın tasfiye edildiği, güneydoğu sorunun çok ciddi bir savaş olarak gündemde olduğu bir dönemde gazetecilik yapmış 18-20 yaşlarındaki bir delikanlının, bugünden Türkiye’nin yakın tarihine kişisel bir hikaye üzerinden bakması. Benimle birlikte Mustafa ve Övül Avkıran’ın oyunu bu. Bir yazılı metnin rol yapılarak sahneye konması değil, kendi hikayemizi anlatacağız.

    Genelde en çok hangi tür işlerden zevk alıyorsunuz, heyecan duyuyorsunuz?
    Ben artık mümkün olduğunca kendi hikayelerimi anlatmaktan zevk duyuyorum. Kendi hikayelerimizi anlatabildiğimiz koşulların oluşturulmasından. Mustafa ile Övül’ün lafı bu daha çok. Yıllardır daha çok kendi hikayelerimizi anlatmakla ilgileniyoruz diyor, zannediyorum ben de onunla ilgileniyorum.

    En çok hangi hikayelerinizi anlatmayı seviyorsunuz?
    Bu her şey olabilir, muhabirlik bir tanesi. İlla dramatik ya da acılı hikayeler olmak zorunda değil komik hikayeleri anlatmak da olur. İçinde kendimizin olduğu bizim olan hikayeleri anlatmak heyecan veriyor bana.

  • Çevre, doğa bunun neresinde? Siz çevreciyim demiyorsunuz da doğacıyız diyorsunuz.
    Evet öyle bir fark var tabii. Çevreci olmak çaktırmadan sistem içindeki bir antivirüs programına dönüştü. Antivirüs programı bir işletim sistemini ayakta tutmaya çalışır. Bizimse o işletim sistemini değiştirmemiz lazım. Bu işletim sistemiyle devam edemeyiz. Öyle çevrecilik, hani o işletim sistemine dokunmadan, sistemin birazcık ilerlemesini sağlamaya çalışıyor. Oysa ki bu yaşam biçimini değiştirmek lazım.

    Nasıl peki? Hayalinizde ne var? Nasıl bir felsefe?
    Doğanın içinde yaşadığımızı onun bir parçası olduğumuzu var saymamız, oradan bir şey kurgulamamız lazım. Ama galiba bu, erkeklerin egemen olduğu bir dünyada çok kolay bir şey değil. Erkek egemen dünyanın kendi iktidar zihniyeti doğayla birlikte yaşama, doğanın içinde bir şey olduğu fikrini kabul edemez.

    Doğadan ilk çıkan erkekti yani. Kadın daha mı sonra çıktı?
    Kadının çıkması çok kolay değil. Kadının gücü kendi bedeninden geliyor zaten. Kendi doğallığından geliyor. Bunu bulabildiği zaman kadınlaşıyor. Ama erkeğinki öyle değil ki. Onun üstüne erkek egemen zihniyet bir şey, bir güç üretmiş. O gücün de doğayı algılaması mümkün değil.

    Sizin doğayla ilişkiniz nasıl? Nasıl tarif edersiniz?
    Mesela çevreciyim diyen birinin cipi olamaz. Şu anlamda değil: Ciplerimiz olmazsa doğa temizlenir. Öyle bir şeyden söz etmiyorum. Bir tüketim alışkanlığından söz ediyorum. Hayatın içinde bir duruş, var oluş halinden söz ediyorum. Bu şöyle algılanmamalı: ampulleri değiştirince hava kirlenmeyecek. Öyle değil. Bunun özündeki tüketim alışkanlığından söz etmek gerekli. Ben elimden geldiğince dikkatli bir tüketici olmaya çalışıyorum. “O kadar dikkatliyim ki ben hiç zarar vermedim” diyemem tabii. Ama önemli olan her aşamada şunu düşünmek: “Ben şu anda kimi ve neyi mağdur ediyor olabilirim?” Her aşamada bir şeyi mağdur ediyoruz. Bu bir sincap, bir bitki olabilir, kadın olabilir. Başka bir etnik gruptan bir insan olabilir.

    Başka sosyal hareketlerde de faal olarak yer alıyorsunuz. Esasında bunlar bir bütün gibi.
    Gibi değil, öyle. Mesela çevre, doğa hareketi de politik bir harekettir. Bu politikalar değişmediği müddetçe istediğiniz kadar çevreci olun fark etmez. Hepsi bir bütün. İçinde olduğum şeylerin birbirinden bağımsız ya da kopuk olduğunu düşünmüyorum.

  • Bu işlerin içine ne zaman girdiniz? Hep mi böyleydiniz yoksa bir yerde bir anda mı bakışınız değişti?
    Ben çocukluğumdan beri politik bir çocuk sayılabilirim. En azından ne olup bittiği ile ilgili olan, anlamaya çalışan bir çocuktum. Tabi ki ailemin, daha çok babamın siyasi geçmişinin bir katkısı vardır. Ama babam hiçbir zaman beni karşısına alıp “bak evladım biz böyle yaptık şöyle yaptık” demedi. Ama ben ne olup bittiğini anlamaya çalışan, alternatif haber alma mecralarını kovalayan bir çocuktum. A Takımı’nda muhabirlik yaptığım 3 yılda Türkiye’de ve dünyada olup biten bazı şeylere birinci kişi olarak tanık oldum. Sonra da bir dizide oynadım tanınır oldum. İnsanlar da sizin oradan başladığınızı zannediyorlar. O tanınırlıkla birlikte ortaya çıktığımızı zannediyorlar. Ama ben ondan evvel de çok hayatla ilgilenen biriydim. 2002 yılından beri Savaş Karşıtı Hareket’in içindeyim. Elimden geldiğince eylemlerde var olmaya çalışıyorum. Dünyada da 1999’da Seattle’da yeni bir hareket başladı, Anti Kapitalist Küresel Hareket. 2002’de benim de katıldığım savaş karşıtı hareketin içinde ilk defa çevrecilerin, İslamcıların, Atatürkçülerin solcuların, sağcıların bir arada yürüyebildikleri bir platform gördük. Marksistler, eşcinseller, çevreciler, türbanlılar, solcular, daha liberal gruplar, sendikalar, meslek grupları oradaydı. Çok kapsamlı bir hareketi. Ben de, tepki göstermenin dayanılmaz hale geldiği o süreçte daha görünen biri olarak tepki göstermeye başladım. Ama hep de şunu söylüyorum ben oyuncu değil başka bir şey olsaydım da gösterebildiğim kadar tepkiyi gösterirdim.

    Tanınan biri olmanın artı etkisi oluyor mu bu hareketlerin etkin olmasında?
    Bazı konularda oluyor, en azından TV’ye çıkıp söylediğinizde daha çok insan duyuyor. Ya da biri ile görüşüleceği zaman daha kolay olabiliyor. Ama buna karşılık başka birinin başka bir meslek sahibinin başka önemli bir etkisi olabiliyor.

    Tanınan yüzler arasında sizin gibi çok da fazla insan yok galiba.
    Aslında Türkiye’de çok fazla sanatçı bu işlerle uğraşıyor. Ama TV yıldızı istiyorsanız çok fazla yok. Bir yıldız böyle bir şey yapmak zorunda değil. Aslında kimse bunu yapmak, tepkisini göstermek zorunda değil. Onun için diyorum, oyuncu olmanın görünen bir yüz olmanın kuralı değil tepki vermek. Bu da iyi bir şey değil zaten. Bizim artık önümüzde kahramanlara ihtiyacımız yok. Daha ünlü birileri çıkacak onlar söyleyecek bir şeyler değişecek değil artık. Hep beraber yapacağız bunları. Kahramanlara ihtiyaç duyulduğu sürece iktidar olur. Kahramana ihtiyacımızın olmadığı bir örgütlenme modelimizin olması lazım.

  • Çevrebey adlı bir animasyon çalışmanız var. Nasıl bir proje oldu bu ?
    Çevrebey Fehmi Gerçeker’in bir projesiydi. Gerçeker’in Belediye ile ortak yaptığı ve bundan 1,5 - 2 yıl önce bana teklif ettiği bir şeydi. 1,5 yıllık bir çalışma yaptılar. Yani senaryo yazıldı, karakterler çizildi, dublajı yapıldı. Çevrebey karakteri benim tipimde bir çizgi karakter. Bütün hareketleri motion capture tekniğiyle ben oynadım, ben konuştum. Türkiye’de ilk defa yapılan bir şey. Benim dışımda, babam Mustafa Alabora, Gazanfer Özcan, Settar Tanrıöven, rahmetli Savaş Dinçel var. Çevrebey bir çevre karakteri. Çocuklar bir yerde ağaçların kesilip de binaların yapılmasını engellemeye çalışıyorlar. Yardımlarına Çevrebey geliyor. Birlikte orayı kurtarıyorlar, sonra dünyayı kurtarıyorlar. Biraz fantastik yarım saatlik bir film. Okullarda gösterilmesine başlandı. Öbür sezondan itibaren daha aktif olarak gösterilecek.

    Dizi gibi devam edecek mi? Yoksa bir seferlik bir proje miydi?
    Bunu bir görmek istiyor herhalde yapımcıları ve uygulayıcılar. Bakalım ne olacak.

    Sizin  anneniz de babanız da tiyatrocu ve birlikte de bir şeyler yapıyorsunuz. En çok kimden ilham aldınız? Bu aktivist yapınız, doğaya yakınlığınız kimden geliyor?
    Annem de babam da doğaya yakındırlar. Annem bütün çocukluğumuz boyunca bizi en küçük vakitlerde doğaya bir yerlere götürürdü. Babam daha çok denizciydi. Her fırsatta denize giderdi. Son zamanlarda iyi bir bahçıvan oldu. Artık iyice çiçeklerden anlayan hepsinin cinsini bilen, toprak ve çiçekle çok değişik bir bağlantısı olan bir hale geldi son on yılda. Benim daha çok denizle bağlantım vardı. Ama dediğim gibi, doğayla bağlantılı olmanın börtü böcekle ilişkili olmaktan öte bir şey olduğunu düşünüyorum. Onun için de ayık olmaya farkında olmaya çalışıyorum.

    Mesela cep telefonu da kullanmıyorsunuz.
    Benim cep telefonum yok çünkü ihtiyacım olmamıştı ilk çıktığında, bugün de yok. Bu saatten sonra alabilir miyim bilmiyorum.

    Tüketim seçimleri ile alakalı bir şey mi?
    Çok basit, bir şeye ihtiyacınız olur alırsınız, olmaz almazsınız. Ben genelde böyle bakıyorum. 2001 yılına kadar bilgisayarım yoktu. Sonra ihtiyacım oldu aldım. 2-3 yıl öncesine kadar labtop’um yoktu. Sonra ona da ihtiyacım oldu aldım, şimdi onsuz yaşayamıyorum. Ama bir ara istemiş ve niyetlenmiş olmama rağmen evimde öyle harika sinema sistemi, çok iyi DVD Player, perdeler yok. Çünkü öyle bir ihtiyacım yok. O derece fazla film seyretmiyorum. Arabada mesela, 1600 motordan yüksek araba kullanmam. Hiçbir zaman ihtiyacım olamaz. Bir insanın niye şehir içinde 5000 motorlu bir araç kullanır? Bunu düşünmesi lazım.

    Başka sivil toplum kuruluşları ile bağlantılarınız var mı? Bu kuruluşları nasıl değerlendiriyorsunuz?
    Küresel Eylem Grubu var, Türkiye’de ilk küresel ısınma mitingini yapmıştık Kadıköy Meydanı’nda. Her yıl tekrar ediliyor. Greenpeace var. Okyanus koruyucusuyum. Genel olarak ben şöyle düşünüyorum; Dünya’da hareketler yok, bir tane hareket var. Bu dünyanın böyle devam etmesini istemeyen hareket. Onun içinde kadın hareketi de çevre hareketi de var, politik hareketler de var. Bunu istemeyenlerin oturup konuşması lazım. Öbürlerinin konuşacağı yok. Yani devletlerle hükümetlerle bu dünyanın böyle devam etmesini isteyenlerle bir şey olmaz. Dolayısıyla biz konuşacağız hep beraber.

    Umut var mı peki?
    Pandora’nın kutusundan her şey çıkmış. Biliyorsunuz rivayet o ki Zeus Pandora’ya kutuyu göndermiş sakın açmayın demiş. Pandora açmış. Zaten hikayenin kendisi çok aşağılık bir ataerkil hikaye farkettiğiniz gibi. Kadını yaratıyor Zeus ve kadını bir bela olarak gönderiyor. Ataerkil tarihin başlamasıyla yazılmış iğrenç hikayeler ama en azından o kutunun içinden bile her türlü kötülükle birlikte umut da çıkmış. Ama bir de umut lanettir yani. Yakın dostum Meltem Arıkan’ın son kitabı, umut lanettir diyor. Umut yok, biz kendimiz sahip çıkacağız kendimize, varoluşumuza, o zaman birşey olacak. Biz yapacağız.

  • Şu önümüzdeki 50 sene içinde bu oturup konuşulabilecek mi peki yoksa artık son kullanma tarihi geçmiş bir dünya bize birşeyleri diretecek de öyle mi olacak tüm bunlar?
    Ya konuşursunuz ya da dünya sizden intikamını alır. Çünkü mesela bedeninize ihanet ederseniz bedeniniz sizi affetmez. Önce kendi bedeninizi korumalısınız sonra da dünyanın bedenini. Çünkü beden korunmazsa kanser olur ve nihayetinde de ölür. Dünya da bizim bedenimiz ve ona ihanet etmemiz lazım.

    Biliyorsunuz dünyada ve ülkemizde ciddi bir enerji açığı var. En temiz enerji tüketilmeyen enerjidir, diyenler var. Enerji konusuna nasıl bakıyorsunuz?
    Maalesef bütün dünya tüketmek, üretmek, büyümek ve kalkınmak üzerine kurulu. Sanki daha çok üretince kalkınacağız, kalkınınca refah içinde olacağız ve herşey daha iyi olacak. Ama böyle birşey yok. Böyle bir ekonomi olamaz. Ama devletler ve iktidarlar bunu kabullenemez. Bu bütün dünyada böyle. Ama birşeylerin değişmesi için bu üretim ilişkisinin tamamen değişmesi lazım.

    Dizi filmler hakkında ne düşünüyorsunuz? İnsan ve doğa ilişkisinin daha çok irdelendiği filmler yapılamaz mı? Çünkü halk artık dizi filmler üzerinden yaşamaya başladı? Madem halk bunu istiyor, onlara bu mesajlar dizilerle verilemez mi?
    Tabi yapılabilir, çok da güzel olur ama o bahsedilen halk kimdir bir de onu bulsak çok iyi olacak. Benden senden bizden bağımsız bir halk mı var? O halk nerede yaşar, gerçekten bunu mu ister bilemiyoruz. Aslında bizden bağımsız bir halk yok. Her şey biz istediğimiz için oluyor ya da olmuyor.

    Roportajı bağlarken biraz da dünyanın geleceği hakkında bilim kurgu senaryolar üzerinden sohbet ediyoruz, konular hızla değişirken yine hep aynı noktaya geliyoruz.

    Her şey kendimizi değiştirmekle başlayacak. Biz değişmeden de hiçbir şey olmayacak.

    Sonra o olmazsa olmaz sorumuzu sorarak kapatıyoruz kayıt makinemizi:

    Peki cevreciyiz.com’u ziyaret ettiniz mi hiç? Ne düşünüyorsunuz portal hakkında?
    Çok güzel bir tasarımı var. Çok keyifli bir site, tebrik ederim.

    Memet Ali Alabora’ya içtenlikle teşekkür edip dünya meşgalelerimize dağılıyoruz...

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu