YUKARI

Röportajlar

Yazar: Canan Egüz | Eklenme Tarihi: 02 Ekim 2007

En Çevreci Jön - Ediz Hun

  • Yaşı yok ve arka planda uzanan o güzelim bahçesi ile o çevreci bir jön... Büyükada’ya indiğimde yağmur neredeyse yağacak gibi. Gökyüzüne bakıp “Merak etmeyin, bu gece yağmaz, bunlar yağmur bulutu değil” diyor. Aylardır bir damla olsun yağmura muhtaçken yine de içim rahatlayıveriyor. Çünkü yanımda şemsiyem yok.

    Güzel bir fayton yolculuğuyla başlıyor sohbetimiz. Çektiği 150’ye yakın filminde kimbilir kaç tane fayton sahnesi vardı. Şimdiyse üzerinde kot pantolonu ve spor gömleğiyle karşımda oturmuş bu adamı, iyi kesimli bir takım elbise ve başında fesle hayal ediyorum. Tıpkı eski bir filmindeki gibi. O günlerden bugüne çok şey değişmemiş.

    Yolda bir ayağının hep adada olduğundan bahsediyor. “İstanbul’da işim yoksa buradayım.” Çünkü 47 yıl içinde adanın sadece sakinleri için değil kedileri için de önemli bir sima olmuş. “Kırk tane kediden sorumluyum. Yaz bitip de okullar açılınca ada o kadar tenhalaşıyor ki birilerinin kedileri düşünmesi gerek” diyor. “Yoksa açlıktan ölürler.”

    Konuşacak söz bulmakta zorlanmayan biri. Sormama bile gerek kalmadan anlatıyor. Çünkü konuştuğu şeyler onun hayatı olmuş. Öğretim üyesi olarak üniversite kürsülerinde geçen onca yıl, yüzlerce özel konferans.

    Yol boyu kaç kişiye hatır sordu, selam verdi sayamıyorum ama çok sevildiği belli. Faytoncuya da laf atıyor arada bir. “Soldan gir canım, oradan geçersek yokuşu hafifletiriz. Atlar yorulmasın akşam akşam.”

    Adada denize nazır evi saklı bir cennet sanki. Ada ikliminde yetişmesi zor pek çok bitki ve ağaç türüne hayat vermiş. “Bu Kokoz Palmiyesi” diyor, “Şu gördüğün de Nolina. Köşedeki karabiber ağacı da sadece güneybatıda yetişir, ama buraya da uydu. Blue Palm ise tipik bir California ağacıdır.”

    Bahçede küçük bir sera bile var. Şaşkınlığımı gizleyemiyorum, ama o “daha dur” diyor, “kaktüsleri görünce ne yapacaksın bakalım.”

  • Kapıyı çalmasına gerek yok. “Bernacım” diye sesleniyor ve kapı açılıyor. Karşımda mavi gözleriyle hayata gülerek bakan güzel bir kadın. Ediz Hun’un eşi ve iki çocuğunun annesi. Bizi içeri davet ediyor. Birazdan onun tarifi sır tatlısı ve nefis çayı eşliğinde kayıt cihazımın Record tuşuna basacağım. Etrafta ağır ağır salınan ve ilgi çekmek için küçük yaramazlıklar yaparak rol çalmaya çalışan kedilerle haşır neşir sorularıma başlayacağım. Sohbetimiz bitince de evin teras katına çıkacağız. Orası panaromik deniz manzarası, duvarlarında sararmış fotografları, binlerce kitap ve 2500 çeşit canlı kaktüsüyle Ediz Hun’un sığınağı belki de cenneti.

    Düşünüyorum da, bu evi tasvir et deseler doğanın içine kurulmuş bir ev demezdim sanırım. Bu ev doğayı içine almış bir ev. Tıpkı Ediz Hun gibi. Çünkü her ev eninde sonunda sahibine benzer. Ne demek istediğimi birazdan anlayacaksınız...

    “Aşkolsun, demek o filmlerde bizi seyretmiyorsunuz eski İstanbul’u seyrediyorsunuz.”

    Yazları İstanbul’dan kaçıyorsunuz sanırım. Büyükada’da yaşamak nasıl birşey?
    Ben bu adayı çok seviyorum. Tabi hatıralarımız var burada. 47 yıldır babam, annem, biz yaşadık. Adalar İstanbul’da birer vaha . Burası olmasa ben İstanbul’da durmam katiyen. Ege’de bir kasabada gider yaşarım, oksijeni bol bir yer , mesela Alaçatı veya Foça. Burada kışlık bir yer tutarım kendime, arada bir gider gelirim sadece. Var da zaten ama burası benim için çok özel. Beni bağlayan şeyler var. Sürekli ilgilenmem gereken çiçeklerim, kaktüs koleksiyonum var mesela.

    Çünkü İstanbul kirleniyor değil mi?
    Tabii, 15 milyon insan. Kişi başına 4-7 litre çöp üretildiğini düşünürsek 75 milyon litre insan atığı İstanbul’un alt kapmanlarına veya denizine iniyor. Bu insanların içinde genci, çocuğu, hastası, yaşlısı var. Düşünün.

    Oysa eski İstanbul çok yeşil. Filmlerinizden biliyoruz biz de?
    Çok insan öyle diyor, ben de diyorum ki : “Aşkolsun, demek o filmlerde bizi seğretmiyorsunuz eski İstanbul’u seğrediyorsunuz.” (Gülüyoruz)

  • Yerel yönetimlere de çok iş düşüyor. Çalışmaları Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
    Güzel ağaçlandırmalar yapıyorlar ya da çiçeklendirmeler yapılıyor diyelim. Ama parkçılık lale ve menekşeyle olmaz. Parklar geniş ağaçlarla kaplı, insanların rehabilitasyon alanları olmalıdır. Maalesef her yer binalarla doldu. Büyük pek çok alan alışveriş merkezi haline dönüşüyor. Pekala güzel yeşil alanlar yaratılabilir. Neredeyse dokunulmayan tek yeşil alanlar mezarlıklar. Müslüman ya da gayrimüslüman olsun, mezarlıklara dokunmuyorlar. Çünkü oraları kutsal alanlar. Bir de askeri bölgeler var tabi. İmar kanunua göre kişi başına 7 m2 yeşil alan olması gerekirken bizde 2-3.5 m2 arası. Oysa mesela İsviçrede 38 m2, Finlandiya, İsveç, Oslo, Helsinki, Stokholm gibi yerlerde 45 m2’ye çıkıyor. Bizimkinin yirmi katı yani. Onun için soruyoruz: Niçin Avrupalı daha uzun yaşıyor.? Sadece yemek alışkanlığı değil. Hepimiz aynı fizyolojik sisteme sahibiz.

    "Unutmayalım doğa bir lüks değil, bir gereksinim"

    Şehircilik ve çevre konusunda önerileriniz neler?
    Bizde şehirlerde yaşam daha zor, sıkışık. Mesela Türkiye’de herkesin girip gezebileceği bir tane botanikal garden (Botanik Bahçesi) var mı? Botanik bahçeleri nedir? İnsanların bitkilerle tanıştırılması. Oraya gittiğinizde görüyorsunuz. Her bitkinin bir ismi var. Her ağacın altına madeni bir plaka konuyor. Üstünde bir dünya haritası var. Bu haritada bu ağacın yetiştiği yer kırmızı ile işaretlenmiş. Sonra tabiat müzesi. Türkiyede yok. İnsanın oluşumu, bütün doğal taşlar, kömür, topaz, ametist, antrasit.Mesela mağmadan çıkan maddenin ışıklandırılmış bir gösterimi var. Kimse bir kurbağanın metamorfozunu, bir sineğin oluşumunu bilmiyor. Herkesin bilmesi gerekir mi, e yaşamın içindeki bazı bilgileri bilmek gerekir. Gerekmediği takdirde düşünür durursunuz. Mesela artık kafesli hayvanat bahçeleri yok dünyada. Adacıklar ve su kanalları var, hayvanlar serbest yaşıyorlar. Almanya’ya gidin her şehirde botanik bahçeleri, hayvanat bahçeleri var. Çoluğunu çocuğunu alıp gidiyorsun. Doğa sevgisi öyle canlanıyor. Hele şehirde doğmuş büyümüşsek bu gerekli. Anadolu’da, köyde doğan büyüyende bu sevgi var. Unutmayalım doğa bir lüks değil, bir gereksinim. Kullanılabilir alanlar ise gitgide azalıyor. Bunlar Türkiyede olmadığı müddetçe sizin insanlara doğayı sevdirebilmeniz eksik kalır.

    Hele İstanbul gibi bir şehirde böyle yerler mutlaka olmalı.
    Tabii ki İstanbul gibi bir mega kentten bahsediyoruz. İstanbul bir megalapolis. Mesela Newyork, Chicago, Washington üçgeninde 43 milyon insan yaşıyor. Tokyo - Yoko Hama megalopolisinde 47, 5 milyon insan yaşıyor. Avrupa’da Almanya Ruhr havzası da bir örnek. İstanbul megalapolisi ise Tekirdağ’dan başlıyor Adapazarı’na kadar. Her yer insan, ev, ev. Burada ise 17-18,5 milyon insan yaşıyor. Yani İstanbul tarihi kültürü, doğal güzellikleri, boğazı, adaları ile bir dünya kenti , ama ona uygun sistem kurulmuş değil.

  • "Bitkiler bizden daha başarılı. Biz düşünce kudreti olarak, el yordamıyla medeniyeti sağlabilecek yollar bulup bugünlere kadar gelmişiz. Ama onlar da güneş enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürüyor ve oksijen üretiyor."

    Etrafıma bakıyorum da bitkilerle, çiçeklerle çok güçlü bir iletişim içindesiniz.
    Bitkiler, çiçekler benim için çok önemli. Bugün çoğu yere gidiyorsunuz, suni çiçekler koymuşlar. Uyarıyorum hemen şunların canlısını koyun diye. Bakın hepimizde bir hücre sistemi var. Milyonlarca hücreden oluşuyoruz. Çiçekler , bitkiler de milyonlarca hücreden oluşuyor. Sizin hemoglobininiz var, onun klorofili var. Ama o bizden daha başarılı. Biz düşünce kudreti olarak, el yordamıyla medeniyeti sağlabilecek yollar bulup bugünlere kadar gelmişiz. Ama onlar da güneş enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürüyor ve oksijen üretiyor. Bitkiler yoksa yaşam yok. Biyoloji eski biyoloji değil artık. Şöyle ayrılıyor. Üretenler (producers). Kimler bunlar? Mikroskobik canlılardan buradaki dev ağaçlara kadar uzanan milyonlarca çeşit bitki oksijen üretiyor. Hepimizin ilkokuldan bildiği basit bir proses. İkinci grup tüketenler. Bütün hayvan populasyonu ve en tepede insan. Biz güneşte sadece yanabiliriz. Ama güneşten enerji elde edemeyiz. Ancak yaptığımız makinalarla bunu yapabiliriz. Üçüncü tür ayrıştırıcılar. İyi ki onlar var. Yoksa binyıllardır yaşamış ve ölmüş tüm canlılar asla yokolmazdı. Onlar yokolacak, ayrıştırılacak ki bizler yaşayacağız. Müthiş bir sistem. En önemli işler onlarda. Enerjinin yokolmadığı sadece şekil değiştirdiği bir sistem. Ben Oslo’da çevre okurken insanlar, okuyoruz ama bunu nerede kulllanacağız diyorlardı. Şimdilerde bunun ne kadar önemli olduğunu görüyoruz.

    Biraz da genel çevre politikalarından bahsedelim. Sizce küresel ısınma konusunda neler yapılmalı?
    Herşeyden evvel Türkiye’nin alternatif enerji sistemlerine ağırlık vermesi lazım. Yani yenilenebilir kaynakları baz alan sistemler. Güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, akarsu santralleri gibi. Akarsu santralleri gravitasyonla hareket eden nehir suyuna konan çarklarla çalışıyor. Nehir suyu gravitasyonla akıyor. Neresi alçaksa oraya doğru akıyor, gayet doğal. Mesela Tuna Karedeniz’e akıyor, Viyana’dan Karadeniz’e iki büyük santralden geçiyoruz. Bu anlamda dünyanın en büyük elektrik projesi Çin’de gerçekleştiriliyor. 78 bin akarsu santrali var. Bunlardan aşağı yukarı 20.000 kwh üstünde elekrik elde ediliyor. Sonra her zaman rüzgarlı alanlara rüzgar tirbünleri kurulabilir. Güneş enerjisi daha etkin kullanılabilir. Mesela Türkiye’de 365 günün 310 günü güneş var. Türkiye ayrıca akarsuları ile su kuvveti olan bir ülke. Bunları değerlendirmemiz lazım. Bunların haricinde neler yapılabilir. Kirlilikle mücadele etmek lazım. Asla taviz verilemez bundan. Doğru teknolojilerin uygun boyutlarla hükümet tarafından devreye alınması lazım. Üretim tesislerinin daha verimli çalıştırılması, israftan kaçınılması gerekir. Ekolojik dengenin korunması geleceğe yönelik bir iş. Her sektörde çevre eğitimine ağırlık verilmeli. Bireysel çabaları arttırmak ve çevreyi sevdirebilmek için de başta konuştuğumuz tabiat müzeleri, botanik bahçeleri yapılmalı.

  • Peki Sizce Türkiye’nin en acil çevre sorunu ne?
    Bence Su. Su rezervuarları çok ciddi tehdit altında. Yani 150-160 metre altta bile İstanbul’un fatal atıklarına rastlamak mümkün. Dolayısıyla yer altı suları çok kirleniyor. Bundan yaklaşık 20 yıl sonra şu an kullandığımız damacana sularını bulamayacağız. Çözüm fabrika atıklarının en iyi şekilde arıtılarak deşarj edilmesi, asit yağmurlarına mani olacak şekilde temiz bir çevre oluşturmamız lazım.

    "Dikkat ettiniz mi bütün partilerin logoları hayvan simgeleri. DSP güvercin, DYP at, Anap arı dedik ama birtürlü çevre yasasını çıkaramadık."

    Yeni hükümetten beklentileriniz neler?
    Hükümet belirli bir oy prozenti’ne ulaştığına göre oy verenler tarafından uygun karşılanmış olmalı. Bize ulaşan mesaj bu. Başarılı çalışmalar yapmaları lazım. Bilimsel gruplar oluşturmaları lazım. Ben bakan olsaydım ne yapardım? Bir bilim kurulu, danışma kurulu oluştururdum. O fikirlere göre hareket ederdim. Mesela Atatürk’ün başarısı ordadır. Her veciz söz Ataturk’e maledilmiştir ama etrafındaki kişiler o kadar kıymetliydi ki Atatürk onlardan çok feyz almıştır. Bir grup çalışmasıyla başarılı olunabilir ancak. Bir müsteşarla, iki danışmanla bu olmaz.

    Umutlu musunuz peki?
    Çevre yasasının çok eksikleri var tabii ama herhalde gerekli tedbirleri alacaklardır. İyi niyetli çok insan var. Genelde politikacılar halk tarafından dudak bükülerek karşılanır. Benim yaşadığım meclis senelerinde çok dürüst, vatanını seven, namuslu insanlar gördüm. Mesela bana diyorlardı ki “ah Ediz Bey, biz sizi çok severiz, niye sanata devam etmiyorsunuz da milletvekili oldunuz”. Ben de diyorum ki: “Ya hanımefendi, beyefendi, siz politikacıları tenkit ediyorsunuz, beni de seviyorsunuz, bana itimat ediyorsunuz. E ben milletvekili oldum şimdi. Beni niye desteklemiyorsunuz, ille de sanat yapın diyorsunuz”. “Olsun diyorlar, biz sizi yakıştırmıyoruz”.(gülüyoruz). Aynen böyle ifadeler kulanıyorlar, hiç mübalağa etmiyorum.

    Ben tam soracakken Ediz Bey lafı ağzımdan alıyor:
    Ama siz şimdi bana milletvekili olduğunuz dönemde birşeyler yapabildiniz mi diye sorarsanız, hayır yapamadım diyeceğim. Çevre komisyonu başkanı olarak çevre yasasını geçiremedik. Şu veya bu sebeple. Hayvanları koruma yasasını geçiremedik. Sonra Genel başkan yardımcılığı yaptım, o da hep mücadele ile geçti. Yani o parti, bu parti, derken, ben başarılı oldum mu hayır, olmadım. Çok uğraştık, kanunları çıkartmak için, meclise indirmek için daha doğrusu, sabahlara kadar çalıştık. Bakın komisyonlar yasaları hazırlıyorlar, meclise sunmak için sıra numarası alıyorlar. Bizim sıra numarası 380 kusur. Dedim kardeşim bu iki sene sonra gelir. Bin tane ricayla onu 35’e indirdik. Sonra Genel Başkanlara gittik. Hep olumlu karşılandı ama yine de başarılı olamadık. Dikkat ettiniz mi bütün partilerin logoları hayvan simgeleri. DSP güvercin, DYP at, Anap arı dedik ama birtürlü çevre yasasını çıkaramadık. (Gülüyoruz) Ama şöyle birşey var. En azından altyapıyı oluşturduk ve bizden sonra gelenlere teslim ettik.

  • Peki Avrupa Birliğine giriş için ne diyorsunuz?
    AB’ye kızıyoruz. AB bizi sadece müslüman olduğumuz için almıyor değil. 75 milyonluk bir ülke. %10’a yakın işsiz. Şöyle Avrupa’ya çıktığınızda görüyorsunuz ki Macaristan 90 bin m2, Türkiye 800 bin m2. Macaristan’da nüfus 9.5 milyon, Avusturya 80 bin m2 ve nüfus 8 milyon. Almanya nüfüsu 80 milyon, İngiltere 60-65 milyon civarı, İtalya 58-59 Milyon , bir de Fransa var ama diğerleri hep küçücük. Yunanistan, Bulgaristan mesela. Yani biz biraz dişimizi sıksak Yunanistan ve Bulgaristan nüfusu İstanbul’a sığacak. Bir de parlementoda nüfusa göre koltuk veriyorlar. Yoğunluğun olduğu ülkenin temsil görevi artıyor. Bunlar hep düşündürücü Avrupa için. Biz bu nüfusla onların normlara ulaşmak için çaba sarfetmeliyiz. Yani bizim zamana ihtiyacımız var gibi geliyor.

    AB’ye uyum sürecinde çevre de çok önemli bir faktör.
    AB’nin 300’ü aşkın direktifi var bize. Küresel ısınma, ormanların korunması, hava kirliliği, asitlenme gibi. Neyse ki bizim asitlenme problemimiz Avrupa gibi değil. Toprağımız biraz daha kireçli çünkü. Ama atık sular, kanalizasyon sistemindeki bozukluklar, arıtma tesislerinin yetersizliği, yanlış su yönetimi tatlı su kaynaklarımızın azalmasına sebep oluyor. Dünyanın 3/2’si sularla kaplı diyeceksiniz ama bunun %96’sı deniz suyu, %2’si buzullar, geriye %2 kaldı. Bunun içinden % 0.6 Akarsular ve nehirler. Kalan da diğer sular. Bu kadar az yüzdeye sahip olan tatlı su kaynaklarını korumamız lazım. Mesela elimde küçük bir kağıt parçası var. Bırakınca yere gidiyor. Tüm yaratılan kirlilikler de bu şekilde yere ve yeraltının katmanlarına geçiyor. Karanlıkta olan su rezervlerini kirletiyor ve karanlıkta olan su da kendini temizleyemiyor. Güneş altında belki rejenere edebilir kendini ama bu da mümkün değil.

    KYOTO Protokolü hakkındaki görüşleriniz neler?
    Şöyle söyleyeyim, o zamanlar bir protokol sunuldu, 16 Şubat 2005’de de imzalandı. Esas amaç karbondiyoksit emisyonlarını 1990 seviyelerinin %20 altına indirmek idi. Şimdi şöyle bir örnek vereceğim. Bunu özellikle belirtin. Dünya nüfüsu bugün 6.6 milyar. Bu nüfusun % 4.5’u ABD’ye ait. Buna mukabil atmosfere salınan karbon miktarının %24’ü yine ABD tarafından üretiliyor. ABD’de bu parlamento artık seçilemeyecek. Yeni parlamento da kısa zamanda bu protokol’ü imzalayacak. Bize gelince, Türkiye’nin 1999-2000 senesinde 200 ppm deşarjımız vardı. Bizim imzalamama sebebimiz ekonomik ve teknolojik olarak çok yükselmiş bir ülke olmamamız. O nedenle fosil yakıtları kullanmak durumundayız. Biliyorsunuz, karbondioksitin en önemli sebebi fosil yakıtlar. Bu arada antiparantez bilimsel rakamları vermek zorundayım. 1850’den itibaren CO2 oranı her 10 yılda çok ciddi artış kaydediyor. 1850’lerde dünya nüfüsu 1 milyarken 157 senede 6.6 misli artmış. O zamanlar emisyon 280 ppm imiş. Şimdi 382 ppm. Yani 1 milyon hava molekülünde 382 CO2 parçacığı. 102 ppm artmış. 382 ppm çok tehlileki bir rakam. Çünkü eğer emisyonu azaltamazsak 2100’lede bunun 550 ppm’e çıkacağı ve dünyanın sıcaklığının min 1,5-2,8 maksimum 2.5-5.7 derece artacağı anlamına geliyor.

  • Kyoto tam bir çözüm olabilecek mi?
    Olacak. ABD’nin imzalaması şart tabi. Hindistan imzaladı mesela. Çin ve Avustralya kaldı. Avutralya 20 milyonluk bir nüfusa sahip. O çok problem değil. Türkiye de imzalamalı. Ben bakan olsam hemen imzalardım. Termik santraller biraz düşündürücü. Ama sorun değil. İş dünyası da tabiatıyla geleceği düşünmek zorunda. Ona göre plan yapmak zorunda. Ama Bush’un imzalamamasın sebebi oradaki kömür lobisinin çok kuvvetli oluşu. Bakın CO2 emisyonunun artması iklimlerin değişmesi demek. Bir derecelik değişim bile şuradaki şeftalinn artık burada yetişmememesine sebebiyet verir. Bir derece demek 0 derecede-1 demektir. Rizede 0 derecede çay yetişir ama -1’de yetişmez. Bir derecelik artış veya azalış çok şey değiştitir. Zaten küresel ısınma dememeli. Küresel iklim değişikliği demek lazım.

    "Sanat benim için bir tesadüftü."

    Norveçte çevre üzerine eğitim aldınız, neden bu dalı seçtiniz?
    Benim hayatım çevre. Bütün yaşamımda biyoloji ön plandadır. Şimdi burada belki yukarıda görebilirsiniz. Bende aşağı yukaruı 8300 kitap var biyoloji ile ilgili. Ben 3-5 yaşlarındayken böyle ormanlarda filan böcek ararmışım. Kimi resim yapar, kimi gayet güzel konuşur, kimisi çok başarılı bir tahsilden sonra gayet önemli içtimai bir mevkiye sahip olur. Benim ise bütün hayatım bu. Beni mesela üç ay bir çadırla dağa bırakın size oranın bütün ekolojik özelliklerini çıkarayım. Bundan çok keyif alıyorum.

    Yani Siz kendinizi sanatçıdan önce çevre bilimci olarak tanımlıyorsunuz, öyle mi?
    Sanat benim için bir tesadüftü. Ben tesadüflere çok inanırım. Acı tesadüfler var, tatlı tesadüfler var insan hayatında. Tesadüfler beni bu yöne sevketti. Kendimi o yönde de geliştirmeye çalıştım. 145 tane film arkamda. Yeniden başlayacağım mesala yakın zamanda. Ama benim esas seçimim biyoloji, tabiat, doğadaki çeşitlilik, diversity. Ben devamlı okurum mesela.

    Şu an ne gibi çalışmalarınız var?
    Bahçeşehir ve Okan Üniversitelerinde çevre ve ekoloji dersleri veriyorum. Daha önce yıllarca Marmara Üniversitesinde ders verdim. Sivil toplum kuruluşlarıyla devamlı irtibat halindeyim. Onlarla televizyonlara çıkıyoruz. Ama hiçbir zaman herhangi bir başkanlık falan sözkonusu olmadı.

  • Daha çok bir misyonerlik görevi sanki Sizinki?
    Aynen öyle, çok güzel ifade ettiniz. Bir çok firma beni davet ediyor mesela. 1.5 saatlik konferanslar veriyorum onlara. Çevrenin önemimi, en yeni, en taze bilimsel verilerle aktarıyorum. Hepimizin koruması gerektiğini söylüyorum. Korunmadığı takdirde neler olabileceğini açıklıyorum. İnsanları uyarıyorum.

    Çok okuyorsunuz. Cevreciyiz.com için kitap öneriniz olabilir mi?
    Son okuduğum kitabı önereyim. Küresel Isınma Atlası. NTV yayınlarından. Frederic Denhez . Çok sade, akıcı bir anlatımı var.

    Çok seyahat ettiğiniz de anlaşılıyor, okuyucularımıza önerebileceğiniz bir doğa harikası var mı?
    Büyükada (gülüyor) ve mutlaka Norveç Fiyordlar.

    "Verdiği sözü tutar. Bana şu tarihte evleneceğiz dedi ve o tarihte evlendik."

    Biraz da eğlenceli konulara gelelim. Burcunuz nedir?
    Sevmezsiniz herhalde söylemeyeyim. Akrep, 22 Kasım.

    Hazır eşiniz de buradayken soralım. Ediz Hun nasıl bir eş, nasıl bir baba?
    (Ediz Hun, “ben çıkayım, rahat konuşun” diyor gülerek)
    Evde çok düzgün bir eş, düşünceli, sevecen. Bizlere çok düşkün, biz de ona çok düşkünüz.

    Nasıl tanıştınız?
    Biz bir arkadaş toplantısında tanıştık. Ondan sonra iki üç sene flört ettik. Sonra evlendik. Ediz Bey şimdiki gençlere pek benzemez. Verdiği sözü tutar. Bana şu tarihte evleneceğiz dedi ve o tarihte evlendik.

    "Öldüğüm zaman, ben bu hayatta mesajını vermişlerden bir tanesi olacağım."

    Son olarak, Sizce mutluluk nedir?
    Mutluluk düşünmenizle elde edemeyeceğiniz bir olgu. Mutluluk bir tılsım. Hissettiğiniz zaman mutlusunuz. Mesela siz şimdi Adada mutlusunuz. Niçin mutlusunuz. Sevdiğiniz bir insan grubuyla berabersiniz, ağaçlar, sessiz bir ortam, mutlusunuz. İşte mutluluk bu. Mutsuzluksa her an gelebilir. Multululukla mutsuzluk kardeş ne yazık ki. Üvey de olabilir ama bir anda değişebilir ortam. Sürekli mutluluk yok.

    Benim bugün burada algıladığım şey ise sanki Ediz Hun sevdiği insanlarla birlikte olarak ve bilgisini aktararak mutlu oluyor.
    Evet tabii ki. Yani öldüğüm zaman ben bu hayatta mesajını vermişlerden bir tanesi olacağım diye düşünüyorum.

    Bu çok güzel bir kapanış cümlesi oldu. Çok teşekkürler Ediz Bey...

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu