YUKARI

Haberler

Eklenme Tarihi: 24 Haziran 2011

Cennet nasıl kurtulur?

  • 17 Haziran 2011 Ntvmsnbc

    Ayzen A. Durmuşoğlu

    Nihat Fırat, 11 yaşında okumak için eşeğin sırtında okulun yolunu tuttu. Bir cennetten farksız olan köyünü de bu sayede kurtarabildi...

    Kuşadası'ndan yarım saat mesafede bir cennet Kirazlı Köyü...

    Dağların arasında, Kuşadası'nın tüm kalabalığından telaşından uzakta... Binbir çeşit meyvesi, sebzesiyle doğal bir mucize...

    Nihat Fırat işte bu mucizenin korunması için yıllardır çaba gösteriyor... Nihat Fırat hikayesini şöyle anlatıyor:

    Ben bu köyde doğdum büyüdüm. 11 yaşında okumak için, bu köyden ayrıldım. O zaman köylerde ortaokul yoktu. Kuşadası’nda okumak için yola çıktım. O zaman şimdiki olanaklar da yoktu. Köyden Kuşadası’na gitmek için araç yoktu. Eşekle gitmiştik... 11 yaşında ben tek başıma okumak için bu köyden ayrıldım. Kuşadası’nda ortaokul, sonra Söke’de lise. Daha sonra da Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü’nün İngilizce Öğretmenliği bölümünü kazandım. Öğrencilik yıllarımın arkasından İngilizce öğretmeni olarak göreve başlayacaktık. Ancak 12 Eylül geldi... 1402 yasası gereği ordan da el çektirildik. Hayatım boyunca istediğim en büyük şey öğretmen olmaktı. Burda ilkokulda okurken köyde, bizim ayaklarımızda lastik pabuçlar vardı. İskarpin görmedik. Bir de keten, ütülü pantalonlar olurdu. Bunları sadece öğretmenler giyerdi köyde. Ben de onlara bakıp bakıp “Ben de mutlaka öğretmen olucağım, iskarpin ayakkabı ve ütülü pantalon giyeceğim” derdim. Gerçekten de istediğim şeyi elde ettim. Öğretmen oldum ama Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar bu çok istediğim şeyi yapmama bile müsade etmedi. Daha sonra Kuşadası’na geri döndüm. Eşim de Fransızca öğretmeni... Yirmi yıl kadar Kuşadası’nda kitapevi işlettik. Sevdiğimiz bir işti... Köydeki bu güzel ortamı, güzel havayı başka insanlar da koklama ihtiyacı olduğunu düşünerek, 1992 yılında köy yemeklerinin sunulduğu bir yöresel restorant açmaya karar verdik. O zaman zor bir karardı... Kuşadası’na yakındık ama buraya araba bile gelmezdi. Bazen öyle kalması daha iyi olurdu belki, diye düşünürüm... Çünkü bu restoranı açtıktan sonra, birden burası tüm dikkatleri çektik. Çok ciddi bir talep gördük. 7-8 yıl evvel köye yerleştik. Köye yerleştikten sonra ben de bir diyet ödeme isteği oluştu. Çünkü biz restorantla bu köyü dışa açtık. Dışa açtıktan sonra da köyün başına bir sorun geldi. Köyü gören bir şekilde bu köyde yer almak istedi. Bir ev yapayım ben de burda yaşayım istedi herkes. Bu masum düşünceler toplanınca çok tehlikeli bir konuma geliyor oysa. Denetimsiz yapılaşma, alt yapı kurulmadan yapılan binalar... Çevre kirliliği... O noktada bir hassasiyet başladı bende. Bu köyü korumalıyız. Bizden sonraki nesiller de bu köyü yaşayabilmeli. Bunun da asıl kaynağı “tarım”... Tarıma dayalı turizm... Bunları gerçekleştirebilirsek herkes kendi toprakları üzerinde uzun yıllar yaşayabilir.

    - Nasıl başladı Kirazlı’da organik tarım?
     
    Kirazlı Kuşadası’na yakın küçük bir köy. Parçalı bir toprak yapısına sahip. Köylüler bu topraklardan ciddi bir tarımsal gelir elde edemez oldular. Küçük toprakda tarım yapmak, emek yoğun bir tarım gerektiriyor. Küçük parçalı toprakları var, ürün elde etme kapasiteleri düşüyor. Tarlalar arasında koşturmakla geçiyor. Kirazlı küçük ve güzel bir köy. Tarlalara talep gelmeye başladılar. Hızla topraklar satılmaya başlandı. Satılıp küçük villalar, yazlıklara dönüşüyorlardı. Kimi de yatırım amaçlı alıyordu. Bu tehlikeli bir düzeye geldi. Çünkü toprak alan kişi elektrik ve su talebinde bulunuyor. Bu da plansız gelişmeyi peşi sıra getirecekti. Köyün kendi halkı susuz kalma tehlikesi içine girdi.
    Bu güzellik kendiliğinden kaybolup gidecekti. Biz önce bu tehlikeyi gördük. Bu tehlikeyi nasıl atlatırız diye düşündük? Bu küçük parçalı topraklar üzerinde farklı tekniklerde tarım yapsak ve köylü ürünlerine daha yüksek fiyatla satabilseler, topraklarını satmazlar diye düşündük. Ve on köylü ile birlikte 2005 yılında organik tarım faaliyetine başladık. İkinci yıl yaptığımız çalışma ilgi gördü bu sayı 30a çıktı. Yeni eklenenlerin yanına deneyimli çiftçileri verdik. Sonraki yıl sayı arttı. Bunları yaparken gürsel hanımdan destek aldık. Bilgisini ve olanaklarını açtı. Bu da çalışmalarımızı hızlandırdı. Biz bunları yaparken “ekolojik köy” düşüncesi ile yola çıktık. Yani sadece organik tarım yeterli değildi. Bir eko köy yaratabilir miyiz acaba diye düşündük. Bir proje yazdık. Üniversiteden hocalar rehberlik etti. O süreç içinde BM GEF programı ile tanıştık. Bize destek verdiler. Bu desteği almak maddi olarak çok önemli değildi ama köylüler açısından moral kaynağı oldu. Yaptıkları işin önemsendiğini görünce daha da çok sahiplendiler. Eko köy projesi haline geldi.
    O proje bünyesinde organik yerel ürünlerin, tohumların korunması için bir  atölye kurduk. Köyümüzen eski ismi olan “Küplüce” adıyla marka tescilli yaptırdık. Paketleme şişeleme... Pazar günleri  bir eko Pazar açtık.
    Şu anda otuz köylü ile devam ediyoruz. Güçlüklerimiz var tabi ama zaman içinde onları da aşacağız diye düşünüyorum...

    İngiltere’ye iki yıl önce kiraz ihraç ettik. Burda kiraz fiyati 1,5 liraydı biz 3.750 ye gönderince ilgi çekti. Bu çalışmaların daha profesyonelce ilerlemesi için bu çalışmaların pazarlama ayağını da yürütmemiz gerekiyor. Çeşitliliğimiz fazla...

     
    Reçel, turşu, pekmez, erişte, makarna gibi ürünlerimiz de var. Bunlara da çok ciddi talepler var. Köyün önü çok açık... Zeytinyağımız çok kaliteli. Çok beğeniliyor. İstanbul piyasasında çok ciddi reklamı var. Herkes birbirine anlatıyor.
    Bizim Osmancık üzümü adlı bir ürünümüz var. Bu endemik bir, sadece burada yetişiyor. Bu entegre bir tesis gibi ürün... Üzüm bağları... Üzümü çok güzel... Köylüler ona “gün balı” derler... Ondan yapılan pekmez çok lezzetlidir. Bu üzümün yaprağı da çok kaliteli... Bundan yapılan sarmalar çok lezzetli oluyor. Bu da Türkiye çapında bir marka olmaya aday.
    Burası meyve çanağı gibi duran bir köy. Çok çeşitli meyvelerimiz var. Aklinıza gelen tüm meyvelerin en kalitelisi burada yetişiyor. Burada bir reçel ünitesi de kurmak istiyoruz...

    Köyümüz bir yayla köyü... Köyde iki tür tarım yapılabiliyor. Biri köyün üzerinde yerleşik olduğu ova... Diğeri de yaylalar... Dört tarafı dağlarla çevrili. Yalıtılmış bir köy. O nedenle organik tarımı çok kolay yaptık. Burada “çiğ” dediğimiz bir olgu var. Biz bir zamanlar burada tanesi bir kilogram gelen domatesler yetiştirdik, sırf sabahları yağan bu çiğle...
    Köyün bulunduğu coğrafi alan çok müsait...

    - Tehlikeler...
    Turizm merkezinin çok yakınında olmanın dezavantajını yaşıyoruz. Önce Kuşadası için su kaynaklarımıza gözlerini diktiler. Su kaynaklarımızı çekmek istediler. Buna karşı çıktık. Hukuksal mücadelesini verdik, fiili mücadelesini verdik. Sekiz tane kuyu açılmak istendi. Sonuç olarak biz o sekiz kuyu yerine iki kuyuyla sınırlandırdık çalışmayı. O çalışmadan sonra DSİ burayı kontrol altına aldı. Başka kuyuların açılmasını da yasakladı. Çünkü yeraltı sularının ekolojik dengesi çok önemli. Şu anda su sıkıntısı yok.
    Biz bu olayı atlattık derken. Tansu Çiller’in iktidarı döneminde. Bir takım insanlar yollarımızı ölçüp biçmeye başladı. Bunun bir yol çalışması olduğunu öğrendik.
    Bir ro ro yol projesi yapılmak isteniyordu. Bu yol da tansu Çiller’in çiftliğinin üzerinden geçiyordu. Burayı daha sonra tatil köyü projesi olarak satılmak isteniyordu. Uzun uğraşlardan sonra engelledik bu projeyi de.

    Derken bir taş ocağı işletme sorunu çıktı karşımıza. ÇED için köye geldiler.İzin vermedik. Geçici ruhsat alarak doğrudan Ankara’dan, maden ocağını işletmeye başladı. Yolun kullanımına müsade etmedik ama başka yol üzerinden maden ocağını işletiyorlar. İşletme bizim köy sınırları içinde kalmasına rağmen, ikinci ruhsat uzatma döneminde başka bir köyü ÇED için seçtiler, köylüler de kendileri ile ilgili olmadığı için “Evet” demişler. Ama bizim köy yolunu kullanmıyorlar. Kullandırtmayız da... Eğer yolu kullansalardı ciddi zarar görecektik. Neyse ki şu anda onu yapamıyorlar.

    Bu da geçti derken. Kocaman kocaman aletler topraklarımızı deliyorlar. Kömür madeni arama çalışmaları... Bunun üzerine biz yine hareketlendik. Orada maden ocağı kurulması demek bu köyün niteliğinin değişmesi demek. Hem biz eko köy olma yolunda projeler yapıyoruz. Organik tarım faaliyet alanlarını geliştirmek isterken maden ocağı kabul edilemezdi. Şirket sahibi ile görüştük. “Hiç boşuna zahmet etmeyin, siz burda maden bulsanız bile biz bu madeni çalıştırtmayız. Zeytin yasası var, siz de gelip zeytin ağaçları arasında maden ocağı açmaya çalışıyorsunuz.”dedik. Herhalde adamın da vicdanı el vermedi. Köyden gitti... Biz de arama ruhsatının iptali için dava açtık...
     
    - Biraz da Kirazlı'nın zenginliklerini anlatır mısınız?
    Meyve olarak kara kiraz, Osmancık üzümü, Ada karası... Bunların hepsi yokolmaya yüz tutmuş değerler. Bunları korunması için köylülerin de bunların üretiminden bir fayda sağlaması gerek. Osmancık üzümünün yaprağı, pekmezi artık hepsi aranır hale geldi. Böyle böyle bu türler korunmaya başladı. Yerli türlerin korunması çok önemli. Pembe domates mesela... Karagöz börülcemiz var.. GDO’lu ürünlerin Türkiye’ye girişinden sonra bunları ne kadar daha yaşatabiliriz bilmiyorum. Doğal olarak üreticiler de daha az emekle daha çok ürün elde etmek istiyor. 1 dönüm yerde GDO’lu tohumlarla 20 ton domates yetiştiriyorlar... Normalde domateslerin yetişmek için 100 güne ihtiyacı varken GDO’lu tohumlar 20 günde yetişiyor...Küçük alet tarımının tek kurtuluşu kendi bölgesindeki yöresel türlere sahip çıkmak...

    Haberin detayına ulaşmak için tıklayınız

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu