YUKARI

Ekosistemler

Yazar: Uğur Zeydanlı | Eklenme Tarihi: 20 Mart 2008

Ormanı Görmek…

  • 21. yüzyıldayız ve insanoğlunun çevresi ile uyum içerisinde yaşamayı başaramadığını gösteren birçok somut gösterge var. Kendimize daha iyi bir dünya yaratmaya çalışırken diğer canlıların yaşam ortamlarını mahvettik. Hoş, amacımız sadece kendimize, insanoğluna, daha iyi bir gelecek oluşturmaktı, muhtemelen kötü bir niyetimiz yoktu ama sonuç ne bize ne de diğer canlılara yaramadı.

    Artık çevremize biraz daha dikkatli bakıp daha yapıcı olmanın zamanı geldi. Biraz doğanın da hakkına vermemiz lazım. Doğanın hakkını vermek, doğaya dikkat etmek deyince akla ilk gelen şeylerden biri de ormanlardır.

    Ormanların birçok açıdan bizler için özel bir yeri vardır. Birçok toplum ve kültür için ormanlar kutsal sayılmıştır. Bunların arasında özellikle yağmur ormanlarında yaşayan yerli kabileler, Kuzey Amerika yerlileri ve Keltler başı çekmektedir dersek yanlış yapmayız herhalde.

    Ormanla birlikte çok şey anılmakta algılamakta. Bakmak, görmek, birliktelik, kardeşlik, teklik, hürlük, bağımlılık, mücadele… Ormana hep biraz insani duygularla bakar onu kişiselleştiririz, romantik ve edebi yaklaşımla bakarız.

    Aslında bunlar sadece orman için de söylenmez. Daha çok doğa için bunlardan bahsedilir. Ama doğa bilimcileri, doğaseverler, doğa tarihçileri ve sanatçılar arasında ormanın ve denizin ayrı bir yeri olmuştur. Çok az kişi bozkırla veya çayırlarla, tundra ile ilgili yazıp çizmiş, romantik dünyaya dalarken onlardan esinlenmiş veya onlara ithaflarda bulunmuştur.



    Fotoğraf 1: Kafkas Dağları’nın uzantısı olan Kaçkar Dağları,
    dünyanın biyolojik çeşitlilik açısından önemli ormanları arasında yer almaktadır. (Uğur Zeydanlı)


  • Ormana biraz daha bilinçli bir gözle bakacaksak, öncelikle ormanın bir ağaç topluluğu olmadığını aslında bir yaşam birliği olduğunu bilmek gerekir. Orman ağaçtan çok daha fazlasıdır. Aslında her ne kadar böyle bir bakış açısı biraz daha bilinçli bir bakış açısı olsa da bence yine de daha az romantik öğeler içermez.

    Ormanı içinde yaşayan onlarca canlı, suyu, toprağı, havası, nemi, mikroorganizmaları, aralarındaki ilişkileri ile bir yaşam birliği, ekolojik bir sistem olarak görmek lazım. Bundan daha azı ormana haksızlıktır. Onun karmaşık varlığını ve ilişkiler yumağını yadsımaktır. Hele hele ormana sadece ağaç gözü ile bakmak yapılabilecek en büyük yanlış olur. Elbette orman deyince aklımıza önce ağaçlar gelir, ama orada durmayıp hemen geri kalanları da düşünmek lazım. En azından kuşları, ormanda yaşayan yaban hayvanlarını hatırlamak lazım. Ağaçların altındaki çalıları, her yerdeki böcekleri ve topraktaki binlerce canlıyı... Aslında her birinin farklı bir görevi vardır ve farklı görevleri paylaşmış bu parçaları bir araya getirdiğimizde orman ekosistemi ortaya çıkar. İsterseniz birkaç örnekle bu sistemin nasıl işlediğine göz atalım.

    Kuşlar, bir yandan böceklerin sayısını kontrol ederken bir yandan da tohumların yayılmasına yardımcı olurlar. Buna en güzel örnek olarak alakargaların meşe tohumlarını oradan oraya taşıyıp sonra da bazılarını toprakta unutup meşelerin ormanın kenarından yayılmasını sağlamaları verilebilir. Artık ünlü bir söz sayabileceğimiz “ağaçkakan olmayan ağaç topluluğuna orman denmez” cümlesini de unutmamak lazım. Burada ağaçlara hemen seslenmek lazım, eğer kendinizi ağaçkakanlara beğendiremiyorsanız o zaman sizi ormandan saymıyorlar.


    Fotoğraf 2: Son yıllarda ladin ağaçlarında önemli kurumalara
    sebep olan Ips typographus böceği (Uğur Zeydanlı)


  • Böcekleri beğenmeyiz, hatta bizim için en istenmeyen canlı sınıfında üst sıralarda yer alırlar ama onların ormanda yaptığı işlerin haddi hesabı yoktur. Bazılarını görmeye bile katlanamayız ama onlarsız bir orman ekosistemi düşünmek zordur. En azından o minik polenleri çiçeklerin dişi organına kim taşıyacak? Bir kısmını rüzgarlar hallediyor. Ama inanın bu işi böcekler yaptığında yüzlerce kat daha verimli yaparlar; ağaç için üretmesi gereken polen sayısı azalır. Her şeyden önemlisi, sonuç da daha kesin. Böcekler olmasa ağaçlar çok daha az meyve verecek; çoğalma ve yayılma şansları çok daha az olacaktı. Yeryüzündeki meyvelerin 1/3’ünün böcekler sayesinde oluştuğunu düşünürsek önemlerini daha iyi anlarız.

    Bazı böcekler ağacın özsuyundan, selülozundan faydalanmaya çalışırken ağaçların ölümüne neden olurlar; bu duruma da en çok çeşitli sebeplerden dolayı sayıları arttığında rastlarız. Ama öte yandan avcı böcekler bunların sayısını kontrol altında tutarlar. Tabi kuşların avcı böceklere yardımını da unutmamak lazım. Ancak çeşitli sebeplerden dolayı bu böceklerin sayıları artarsa, hatta bugünlerde olduğu gibi kurak ve uzun yazların artmasıyla sayıları iyice kontrolden çıkarsa o zaman çok büyük ağaç kurumalarına sebep olurlar. Ama bugüne kadar böcekler yüzünde yok olmuş orman hiç duymadım. Belki ben bilmiyorum ama genelde bu sürecin sonunda bir noktada böceklerin sayısı azalmaya başlar ve orman ölenlerin yerini hemen genç ağaçlarla takviye ederek yaşamına devam eder. Aslında bir açıdan da popülasyondaki zayıf bireyler ayıklandığı ve güçlü olanlar seçilip hayatına devam ettiği için böceklerin saldırısına daha dayanıklı bir orman yapısı oluşmuş olur.

    Eh biraz karışık bir ilişkiler ağı ve fazlasıyla ölüm veya yok olma barındırıyor; ama aslında doğada işler bizim düşündüğümüz gibi kardeşçe yürümüyor. Mücadele ağaçların arasında da kıyasıya devam ediyor. Bir kere dallarını en yukarıya kim önce uzatırsa o diğerini gölgede bırakarak daha fazla ışığı alıp büyüme yarışında öne geçiyor. Öteki ya gölgede yaşamaya adapte olup hayatında devam edecek ya da buna adapte olamayıp ölecek. Böyle durumlarda genelde ağaçlar yaşamlarına devam ederler, ancak çok yaşlandıklarında bile incecik kalırlar. Çünkü ışık alıp yeterince besin üretemedikleri için yıllık büyümeleri çok azdır.


    Fotoğraf 3: Böcek yüzünden kurumuş Göknar ağaçları
    (Gümüşhane-Örümcek Ormanları) (Uğur Zeydanlı)


  • Orman ekosisteminin bir diğer parçası da gözle görünmeyen canlılar. “Ayrıştırıcılar” ekosistemin en önemli öğelerinden biri, hatta sessiz kahramanları. Geceleri evlerimizin önünden çöpleri toplayan görevlilerin 2 hafta çalışmadığını düşünün ya da çöplerin 5-6 ay boyunca hiç alınmadığını. Yerleşkelerimiz nasıl da yaşanılmaz yerler olur değil mi? Hastalıklar da cabası üstelik. Ormanda öyle her düşen yaprak, dal, böcek, kuş ayrıştırılmayıp, çürümeyip düştüğü yerde kalsa, yani diğer bir deyişle çöpleri kimse almasa orman ne hale gelirdi düşünebiliyor musunuz? Bence bunların yürürken ayağınıza takılması ya da etrafın kötü kokmasından çok daha önemli bir sorun doğardı. Bir kere besin döngüsü kırılırdı. Bu canlılar ayrıştırılmadıkları takdirde bitkilerin topraktan alacakları mineraller ve tuzlar bir süre sonra biteceği için bitiksel üretim ve ona bağlı olarak da ormandaki diğer bütün canlılar, yanı kısacası tüm orman yok olurdu.

    İşte bu yüzden orman ekosistemini oluşturan İşte bu yüzden orman ekosistemini oluşturan ve farklı görevleri üstlenen bütün bu canlılar aynı derecede değerli ve ormanın devamlılığı için aynı derecede önemlidir.

    Orman ekosisteminden bahsederken buradaki ilişkiler ağına ve binlerce yılda evrimleşmiş bu sistemin ne kadar iyi işlediğine dair iki örnek daha verelim:



    Fotoğraf 4: Kızılcahamam-Soğuksu Milli Parkı’nda ki bir karaçamın ışığa ulaşmak için verdiği mücadelenin güzel bir örneği. Koca ağaç neredeyse bir sarmaşık gibi kıvrıla kıvrıla tırmanıp ışığa ulaşmaya çalışırken gövdesi ne hal almış.


  • Yukarıda bahsetmedik ama bilirsiniz, ormanın bir de küçük sevimli kemirgen canlıları vardır; sincaplar, fareler gibi. Bunların kendileri küçüktür ama marifetleri oldukça büyüktür ve dikkat edilmezse ormanın devamlılığı açısından büyük sorun oluşturabilirler. Yaşamlarını devam ettirmek için sürekli tohumları toplayıp yiyen fareler bu işte biraz aşırıya kaçabildiklerini gayet güzel bir şekilde kanıtlamışlardı. Bu yüzden sadece farelerin yiyebileceğinden fazla tohum üretebilen ağaçlar hayatta kalmışlardır.

    Aslında bu cümle mantıklı gibi görünse de ekolojik açında yanlıştır. Ortamda tüketilebilecek tohum olduğu sürece farelerin sayısı geometrik olarak artmaya devam eder ve bir noktada da tohumlar yetersiz kalmaya başlar. Yani fareler ağaçların gelecek nesillerini daha doğmadan yemiş bitirmiş olurlar. Malthus’un 1798 tarihli ‘Nüfus Üzerine Bir Çalışma’sı bu durumu çok güzel tespit emiştir. Ancak buna da farklı bir çözüm gelmiş doğada. Ağaçlar belli aralıklarla daha fazla tohum üretirler. Türüne göre ağaçlar hemen hemen her yıl ya da iki yılda bir tohum üretirler; ancak genellikle 3-5 yılda bir normalden çok daha fazlasını üretirler. Bu yılda da farelerin sayısı bütün tohumları tüketebilecek kadar olmadığı için, üretilen tohumların hepsi tükenmez ve bunlar da çimlenerek ağaçların devamlılığını sağlar. Çok basit ama bir o kadar da etkili bir çözüm.


    Fotoğraf 5: Sarmış bu yaprak bir süre sonra toprağa düşecek
    ve zaman içerisinde ayrıştırıcılar tarafından parçalanacak. (Uğur Zeydanlı)


  • Ormandaki hassas dengelere bir başka örnek de kurtlar, geyikler ve ağaçlarla ilgilidir. Bu örneğin sahibi de doğa koruma biliminin en önemli isimlerinden biri olan Aldo Leopold’dur. Çoğunuz onu “toprak etiği” yüzünde duymuşsunuzdur ya da hayransınızdır. Aslında “toprak etiği” bugün bile ABD ormancılığının temel ilkelerin oluşturmaktadır. Ve bunun oluşmasında da kurt-geyik-ağaçlar hikayesinin çok önemli bir rolü vardır. Leopold, ormancıdır ve fakülteden mezun olup profesyonel hayatına başladığında kendine en önemli görev olarak kurtları öldürmeyi seçmiştir. Çünkü kurtlar önemli bir av kaynağı olan geyikleri öldürmektedir. Bu kaynak aynı zamanda önemli bir maddi gelir de demektir. Ancak kurtların sayısının azalmasıyla, geyiklerin sayısını çok fazla artmış ve geyikler bu durumda genç fideleri ve tabandaki bitki örtüsünü yiyerek ormana büyük zarar vermeye başlamışlardır. Bu şeklide her şeyden önce ormanın yenilenmesine engel olmuşlar, ayrıca bitki örtüsünü de tahrip ettikleri için ormanın en önemli varlıklarından biri olan toprağın erozyonla yitip gitmesine neden olmaya başlamışlardır.

    Leopold, o zaman kurtların ormana verdiği en büyük zararın avladıkları birkaç geyikten öteye gitmezken, geyiklerin sayısının artmasının orman için çok daha büyük bir tehlike olduğunu fark etmiştir. Tabi ki bunu görüp de anlayana kadar Leopold’un canına kıydığı kurdun sayısı hiç de küçümsenecek bir sayı değildi. Ancak bu gözlem yaban hayatı yönetimi ve koruma biyoloji gibi önemli disiplinlerin temeline çok önemli katkıda bulunmuştur. İşte toprak etiği de bu gözlemler sonucunda ortaya çıkmıştır. Kısacası doğanın bütünlüğünü bozan ve ona zarar veren her şey kötüdür bu bütünlüğün devamlılığını sağlayan ve destekleyen her şey de iyidir. Aslında çok basit ama bir o kadar da önemli. Değil mi?


    Fotoğraf 6: Sincap ormanın en çok tanınan simalarından biri (Uğur Zeydanlı)

    Belki de son sözü yine Leopold’a bırakmak gerekir:

    “…20. yy’ın en çarpıcı bilimsel buluşu
    ne televizyondur ne de radyo.
    Bu buluş yeryüzü varlığının karmaşıklığıdır.
    Sadece yeryüzü hakkında en fazla bilgiye sahip olanlar onun hakkında ne kadar az şey bildiğimizin farkındadırlar.
    En büyük cehalet ise bir hayvan veya bitki hakkında ne işe yarar ki? diye soran adamınkidir.
    Eğer yeryüzü mekanizması bir bütün olarak işe yarıyorsa, onu oluşturan her parça işe yarar,
    bu parçayı anlasak da anlamasak da…”

    Uğur Zeydanlı
    Doğa Koruma Merkezi

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu