YUKARI

İklim Değişikliği

Yazar: Dr. Oğuz Can | Eklenme Tarihi: 07 Nisan 2010

Kopenhag’dan Ne Umduk Ne Bulduk?

  • 7- 18 Aralık 2009 tarihleri arasında Kopenhag’da düzenlenen, COP 15 /CMP5 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı, 2012 ve sonrası iklim değişikliği rejimine yön verme potansiyeli bakımından giriş ve gelişme itibariyle önemli bir kilometre taşı, sonuç itibariyle de tartışmalı bir süreç olarak tarihte yerini aldı.

    Uluslararası iklim değişikliği ile mücadele ve sürdürülebilir kalkınma faaliyetlerine yön vermesi amacıyla, rekabet avantajı oluşturma veya bu avantajı koruma kaygılarından arındırılmış, adil, şeffaf, ortak, fakat farklılaşmış sorumlulukların yer aldığı uzlaşılmış bir anlaşma metni umuduyla 194 ülkenin bir araya geldiği Kopenhag’da (ilk günlerde lanse edildiği şekliyle “Hope” and “Hagen” de); beklenenler belirgin ve netti. Fakat ne elde edildi sorusunun cevabı, bu yıl sonunda Meksika’da yapılacak 16. Taraflar Toplantısı’na kadar şekillendirilmeye çalışılacak.

    Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği 15. Taraflar Konferansı Danimarka’nın Kopenhag şehrinde, 194 ülkeden 40.000’in üzerinde delege, birçok sivil toplum kuruluşu, basın ve 130 dünya liderinin katılımıyla gerçekleştirildi. Toplantı 130 dünya liderini, başkan ve başbakanını cezbedecek kadar önemliydi. Çünkü “düşük karbon ekonomilerine geçiş”le ifade edilen ve aslında Sanayi Devrimi gibi, yeni bir çağın eşik kapısı olabilecek gelişmelerin yaşandığı bir zamanda gerçekleşen ve çıktıları itibariyle orta ve uzun vadede 2020 ve 2050’li yılları şekillendirmesi beklenen önemli bir toplantıya katılım sağlanıyordu.

  • İklim Değişikliği ve Etkileri
    Sera etkisine neden olan karbondioksit ve benzeri gazların yoğunluğu atmosferde arttığı sürece iklim değişikliği etkilerinin daha şiddetli olarak kendini göstereceği bilimsel verilerle desteklenmiş ve genel kabul görmüş bir durumdur. Bu durum, insan kaynaklı enerji, sanayi, ulaşım, atık, tarım, arazi kullanımı, ormancılık gibi alanlarda oluşan sera gazı emisyonlarının azaltılmasını gerektirmektedir.

    1988 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programı (United Nations Environmental Program – UNEP) ve Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (World Meteorological Organization – WMO) desteğiyle kurulan Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change – IPCC) insan kaynaklı iklim değişikliği ile ilgili bilimsel, teknik ve sosyo-ekonomik araştırmalar yapmakta, en güncel modelleri ortaya koyarak belirli periyotlarda açıklamaktadır. IPCC’nin birinci değerlendirme raporu 1990 yılında, ikinci değerlendirme raporu 1995’de, üçüncüsü de 2001 yılında yayınlanmıştır.




    Son olarak Aralık 2007’de yayınlanan IPCC 4. Değerlendirme Raporu’na göre; 20. Yüzyılda ortalama hava sıcaklığının 0,74ºC artmasıyla birlikte buzullar erimiş ve okyanus seviyeleri 17 cm artmıştır. Maldiv Adaları, küçük ada devletleri ve Bangladeş gibi deniz seviyesinden birkaç metre yüksekliği olan kıyı devletleri, su seviyesindeki artışlardan yaşam ve mülkiyet konusunda en fazla etkilenecekler arasında kabul edilmektedirler. Sera gazları azaltılmazsa Grönland'da su seviyesi 7 metreye kadar yükselecek, küresel sıcaklıkların ortalama 1,5-2,5 ºC artmasıyla canlı türlerinin yaklaşık %20-30’u kaybolacak; nüfusun da artmasıyla birlikte su kaynaklarının, arazilerin kullanımında ve ekonomik kaynaklarda sıkıntı yaşanacağı gibi kentlerde de problemler çıkacaktır. Araştırmalara göre bazı bölgelerde yağışlar aşırı artacağı gibi bazı bölgelerde de azalacak ve her iki durumda da sıkıntılar doğacaktır.

  • Su seviyelerinin yükselmesiyle sel ve su taşkınları artacak, bu durum sosyal değişikliklere de neden olacaktır. Örneğin, 2080’lerde dünya nüfusunun %20’sinin, -ki bu oran 2 milyar kişinin üzerinde bir nüfusa tekabül etmektedir- daha çok nehirlerin taşma olasılığının yüksek olduğu yerlerde yaşayacağı ön görülmektedir. 2020 yılında Afrika’da yaşayan 75 ila 250 milyon insansa su konusunda sıkıntı yaşayacaktır.

    Okyanuslardaysa, 1750’lerden beri karbondioksit miktarındaki insan kaynaklı artış ve ortalama PH oranındaki 0,1 birimlik düşüş sonucunda suyun asidik oranda artış gözlenmektedir. Atmosferdeki CO2 oranındaki artış asit oranını artırdığı gibi deniz organizmalarını da etkileyecektir. IPCC’nin 4. Değerlendirme Raporu’na göre 2020 yılında emisyonların 1990 yılı seviyesine göre %25-45, 2050 yılında ise % 80 azaltılması gerekliliği ifade edilmektedir.

    1800’lerde Sanayi Devrimi ile başlayan sanayileşme, kaynakların sınırına dayandığımız 21. Yüzyılda artık yeni bir atılımın eşiğine gelmiş bulunmaktadır. Kaynakların sürdürülebilir kullanımını merkez alacak olan bu yeniçağa İklim, Enerji ve Çevre alanında yapılacak yenilikler damgasını vuracaktır.



    Şekil 1: Enerji ve Çevre Devrimi


  • İklim değişikliği ve etkileri ile mücadelede;
    1- Ulaşım, sanayi, enerji kullanımı, atık, tarım ve ormancılık gibi alanlardan atmosfere salınan insan kaynaklı sera gazlarının azaltımı,
    2- İklim değişikliğine hassas bölgelerin adaptasyonu,
    3- Yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve gelişmekte olan ülkelere transferi,
    4- İklim değişikliğini önlemek amacıyla yapılacak yatırımlar için gerekli finansmanın sağlanması hedeflenmektedir.




    Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü
    I. Dünya İklim Konferansı 1979 yılında yapılmıştır. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (United Nations Framework Convention for Climate Change - UNFCCC) 1992 yılında Rio’da yapılan Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda kabul edilmiş ve 21 Mart 1994 yılında yürürlüğe girmiştir.

    İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin çatısı altında hazırlanan Kyoto Protokolü ise Aralık 1997 tarihinde, protokolü imzalayan ülkelerin küresel sera gazı emisyonunun % 55’ini temsil etmesi halinde yürürlüğe konulması koşuluyla kabul edilmiştir. Ancak, tüm dünya sera gazı emisyonlarının %25'inden tek başına sorumlu olan ABD'nin, % 17’sinden sorumlu olan Rusya ve % 1,5'lik paya sahip Avustralya'nın imzalamaması sonucu uzun yıllar yürürlüğe girememiştir. 2004 yılındaki taraflar toplantısında Rusya’nın protokolü onaylamasıyla da 16 Şubat 2005 tarihinde Protokol yürürlüğe girmiştir.

    Sözleşme’de (UNFCCC) ülkeler yükümlülüklerine göre farklı eklerde listelenmiştir. Ek-1 listesinde Avrupa Birliği’nin tek bir ülke olarak değerlendirildiği 41 adet OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) üyesi olan sanayileşmiş ülke ile ekonomileri geçiş sürecinde olan ülkeler yer almıştır. Ek-2 listesinde ise hepsi OECD üyesi olan ve Ek-1 listesinde de yer alan 24 ülke bulunmaktadır. Ek-1 listesindeki ülkelerin sera gazı emisyonlarını azaltma konusunda öncü olmaları beklenmektedir. Ek-2 listesi ülkeler ise gelişmekte olan ülkelere İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında yapılacak projelere finansman sağlamak ve bu ülkelere yardımcı olmakla yükümlüdür. Ek-1 dışı ülkeler ise çoğunlukla gelişmekte olan ülkelerdir.

    Türkiye, EK-1 ülkesi olup 26 Ağustos 2009 tarihinde de Kyoto Protokolü’ne taraf olmuştur. Türkiye sayısal bir azaltım hedefi olmadığı için Ek-B ülkesi değildir. Ayrıca 2012 yılına kadar da herhangi bir azaltım sorumluluğu bulunmamaktadır. 9 Kasım 2001 tarihinde (COP7) Marakeş’te alınan 26/CP.7 numaralı karar ile: Taraflar “Türkiye’nin özgün koşulları ile diğer Ek 1 ülkelerinden farklı bir pozisyonda bulunduğunu” tanımaya davet edilmektedir.

  • Kopenhag Gündemi
    Bella Center’da iki hafta boyunca yürütülen müzakerelerin ana başlıklarını;
    • Emisyon hedefleri, hedef yılı ve azaltım gerçekleştirilecek referans yılını içeren Azaltım-mitigasyon,
    • İklim değişikliğinin getirdiği çevresel, sosyal ve ekonomik etkilere adaptasyonu sağlayacak Adaptasyon,
    • Teknoloji Transferi,
    ve
    • Finansman oluşturmuştur.



    İlk hafta Kyoto Protokolü geçici çalışma grubu (AWG-KP) ve Uzun Dönem İşbirliği geçici çalışma grubu (AWG-LCA) eksenlerinde yürütülen müzakereler, gelişmekte olan ülkeler, Çin, AB ve ABD arasındaki diyaloglar neticesinde kilitlenmiş, daha sonra ABD, anahtar ülke konumundaki Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerin 18 Aralık Cumartesi gününe sarkan kapalı grup toplantıları sonucunda ancak bir mutabakat metni, Copenhagen Accord ile sonuçlanmıştır.

    Müzakerelerin kilitlenme aşamasına gelmesinin en önemli nedenlerinden birisi, ABD’nin Kyoto Protokolü’nü tanımaması ve gelişmekte olan ülkelerin (G77 ve Çin grubu) Kyoto Protokolü’nde elde ettikleri kazanımları yitirmek istememeleri olarak ortaya çıkarken, bu çekişmenin altında farklı mülahazalar da yer almaktadır. G77-Çin gurubu, ABD’nin Kyoto Protokolü’ne, diğer AB ve sanayileşmiş ülkeler ile karşılaştırılabilir bir hedef vererek katılmasını talep ederken; Obama’nın açıklamış olduğu 2005 yılı seviyesinden % 17’lik bir azaltımın aslında 1990 yılı seviyesinden %3 ila 4’lük bir azaltıma tekabül ettiğini ve bunun yetersiz olduğunu belirtmiştir.

    Diğer yandan Lord Nicholas Stern ve AB uzman grubunun yaptıkları açıklamada, Çin’in söz verdiği gibi GSMH üzerinden yapacağı % 40-45 azaltımı gerçekleştirmesine karşın ekonomisinin %8 büyümeye devam etmesi halinde emisyonlarını 2020 yılında iki katına çıkaracağı ve 11,6 ila 12,6 milyar tona ulaşacağı analiz edilmiş; bu artışın 2020 yılına kadar AB ve ABD’nin beraber yapacağı azaltımların 3 ila 4 katına denk geliyor olması gerekçesiyle, Çin’in azaltım hedefiyle yer almadığı bir anlaşmanın etkili olamayacağı görüşü vurgulanmıştır. AB ve ABD’nin uzlaşı içinde olduğu bir ortamda gerçekleşen ve uluslararası basında da tüm detayları ile yer alan bu diyaloglar incelendiğinde, Çin, Hindistan, Güney Afrika, Güney Kore, Meksika gibi gelişmekte olan ülkelerin de artık azaltım hedeflerini belirlemeleri yönünde baskı altına alındıkları görülmektedir.

  • Müzakerelerde, gelişmekte olan ülkeler için İsveç 800 milyon Avro, Danimarka 160 milyon Avro katkıda bulunmayı taahhüt ederken, AB’nin kısa dönem finansman için Brüksel’de 11 Aralık Cuma günü almış olduğu karar ile 2012 yılına kadar yılda 2,4 milyar Avro olmak üzere toplam 7,2 milyar Avro’luk finans paketi açıklamıştır.

    Kopenhag Mutabakat Metni ile sonuçlanan müzakerelerde gelişmekte olan ülkelerin uyum ve azaltım faaliyetlerinin finansmanı için 2010-2012 periyodunda 30 milyar dolar, 2012-2020 arasında (kaynağı ve ne şekilde kullanılacağı net bir şekilde tanımlanmamakla birlikte) yıllık 100 milyar dolarlık fonun harekete geçirilmesi benimsenmiştir.

    Müzakerelerde Türkiye
    Türkiye’den müzakerelere Çevre ve Orman Bakanı Sn. Prof.Dr. Veysel Eroğlu başkanlığında İklim Değişikliği Koordinasyon kurulu üyeleri, ilgili kamu kurumlarının üst düzey yetkilileri, üniversiteler ve iş dünyasından temsilcilerden oluşan 115 kişilik bir heyet ile katılım sağlamıştır. Ayrıca TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Sn. Haluk Özdalga, Başkan vekili Sn. Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün de aralarında olduğu dört milletvekilimiz de müzakerelere iştirak etmişlerdir.

    Türkiye 14 Aralık Pazartesi günü, Taraflar Konferansı’nda bir ilk olarak İklim Değişikliği Stratejik Planı’nın sunumunun yapıldığı bir yan etkinlik gerçekleştirmiştir. 14-15 Aralık tarihlerinde Kopenhag Başkanlar Zirvesi’ne katılan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Sn. Dr. Kadir Topbaş “Kentler Faaliyetlerini Tanıtıyor” başlıklı oturumda Los Angeles, Taipei ve Riga belediye başkanları ile yuvarlak masa toplantısında yer almış, İstanbul’un düşük karbon yönetimine geçişte hayata geçirdiği projeleri ilgi ve takdir toplamıştır.




    Sn. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, 17 Aralık günü, üst düzey toplantıda Türkiye adına bir konuşma gerçekleştirmiştir. Başkanlar oturumunda yapmış olduğu konuşmada yine bir ilk olarak Türkiye, “orta gelir seviyeli gelişmekte olan ülke” olarak tanımlanmıştır. Bu ifade Türkiye’nin yürütmekte olduğu müzakerelerin ana eksenini belirleme açısından oldukça önemli bir tespittir.

  • Kopenhag Hatırası
    Açılışta gergin ve ruhsuz, organizasyon olarak sıkıntılı ve dağınık olan, ikinci hafta STK’ların dışlanmasıyla üzücü ve müzakereler itibariyle çekişmeli ve verimsiz geçen Kopenhag Konferansı, ABD’nin müzakerelerde direksiyona geçmesi sonucunda son bir hamle ile otaya çıkan Kopenhag Mutabakat Metni ile sonuçlanmıştır. Gelinen son noktada, Kopenhag Mutabakat Metni gereği, Türkiye ve taraf tüm ülkeler metnin eklerinde yer alan Ek 1 veya Ek 2 üzerinden 31 Ocak 2010 tarihine kadar UNFCCC Sekreteryası’na bildirimde bulunmak zorundadır.

    Mutabakat Metni 2010 yılı Haziran ayında Bonn’da yapılacak ara toplantıdan sonra muhtemel bir ilerleme ile Meksika’da düzenlenecek olan COP16 Taraflar Konferansı’nda bağlayıcı bir doküman haline gelecektir.

    Mutabakat metni esas olarak;
    • Küresel sıcaklığın 2 0C’nin altında tutulmasını,
    • Sürdürülebilir kalkınma için düşük emisyonlu kalkınma stratejisinin benimsenmesini,
    • EK-1 ülkelerinin sera gazı azaltım hedeflerinin belirlenmesini,
    • EK-1 dışı ülkelerinse, sera gazı azaltım eylemlerini benimsemelerini ve Sekretarya’ya iletilmesini talep etmektedir.

    Mutabakat metni mevcut durumu itibariyle her ne kadar bağlayıcı olmasa da, bir yol haritası olarak değerlendirilmektedir. Bir diğer ifade ile Kopenhag süreci devam ettirilmektedir.

    Kopenhag’da net olan hususlar şunlardır:
    • Süreç devam ettirilmektedir. 2012 - 2020 dönemi belirginleşmiştir.
    • ABD oyundadır ve oyunun kurallarını belirleme sürecine fiilen başlamıştır.
    • Gelişmiş ülkeler (Metinde Ek-1 ülkeleri olarak tanımlanmıştır ve Türkiye fiilen Ek-1 ülkesidir) belirleyecekleri referans yıldan azaltım taahhüdünde bulunacaklardır.
    • Çin, Hindistan gibi ileri gelişmekte olan ülkeler, gelişmekte olan diğer ülkelerden ayrışma sürecine girmiş olup üçüncü taraflarca ölçülebilir, raporlanabilir ve doğrulanabilir eylemler (NAMA’lar) geliştirmek zorundadır.
    • Gelişmekte olan ülkelerin (Afrika, ada ülkeleri vs.), oluşturulan uyum fonu ile desteklenmesi kabul görmüştür.
    • Gelişmekte olan ülkelerde “Ormansızlaşma ve orman bozulmasından kaynaklanan emisyonların azaltılması”nın (REDD+) mekanizmalarda yer alması genel kabul görmüştür.
    • Kopenhag Yeşil İklim Fonu gibi yeni mekanizmalar oluşturulmaktadır.
    • Bali Eylem Planı halen gündemdedir. Terminoloji ve yapı taşları itibariyle benimsenen ilkeler yeni sürece aynen taşınmıştır.
    • Kyoto Protokolü gündemden kalkmış, AWG-KP ekseni dondurulmuştur.
    • UNFCCC çatısı altında ve AWG-LCA ekseninde yeni bir anlaşma metni için zemin hazırlanmıştır.
    • Kopenhag Mutabakat Metni doğrudan Ek 1 ve Ek 1 dışı ülke sınıflandırmasını dikkate almaktadır. Bu durum Türkiye’yi doğrudan etkilemektedir. Önümüzde siyaset, kamu, akademi, iş dünyası ve STK ‘ların hep beraber seferber olması gereken zor bir süreç yer almaktadır.

  • Kopenhag’da net olmayan hususlar şunlardır:
    • Gelişmiş ve gelişmekte olan ülke tanımı hala yapılmamıştır.
    • Çin, Güney Afrika, Hindistan, Brezilya, Güney Kore gerek COP15 öncesi ve gerekse müzakereler esnasında azaltım hedeflerini açıklamış, fakat üzerinde uzlaşma sağlanmamıştır. Özellikle Brezilya örneğinde olduğu gibi açıklamış olduğu hedefi uygun finansman kaynaklarından yararlanma şartına bağlayan taahhütler netleşmemiştir.
    • Küresel emisyonların % 2’sini teşkil eden havacılık sektörü kaynaklı sera gazlarının yıl sonuna kadar ne şekilde dahil edileceği, uluslararası gemi taşımacılığı kaynaklı emisyonların kapsama alınıp alınmayacağı netleşmemiş konular arasında yer almaktadır.
    • Açıklanan fonların hangi kaynaklardan oluşturulacağı ve nasıl kullandırılacağı detay çalışma gerektirmektedir.
    • Müzakerelerde ilk defa Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) rolü gündeme gelmiş, özellikle uluslararası malların dolaşımı konusunda bir yaptırım olasılığı, karbon vergisi ile entegrasyonu gibi farklı mekanizmaların da ilerde yürürlüğe girebileceği ihtimali kuvvetlenmiştir.
    • Müzakerelerde bir ilk olarak, Kopenhag Mutabakat Metni tüm ülkelerin katılımıyla hazırlanmamış, sonrasındaki süreçte katılım sağlamaları istenmiştir. Bu durum önümüzdeki sürecin daha dar kapsamlı guruplarda (G8, G20 vb.) olgunlaştırılarak tüm taraflara sunulacağı yönünde yeni bir çalışma metodolojisi ihtimalini çağrıştırmaktadır.
    • Türkiye’nin pozisyonu itibariyle “26/CP.7 no’lu kararın” yeni anlaşma zeminine taşınması zorlaşmıştır. Gelişmiş ülke sınıflandırmasından çıkması gerekmektedir. Fakat bunun için çok yönlü ve yoğun bir müzakere yürütülmesi gerekmektedir.
    • AWG-LCA ekseninde yürütülen ve yürütülecek müzakerelerin ne zaman, nasıl ve ne şekilde Mutabakat Metni ile entegre edileceği net değildir.

    Dr. Oğuz Can
    İSTAÇ A.Ş. Sistem Geliştirme Müdürü

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu