YUKARI

İklim Değişikliği

Yazar: Sema Alpan Atamer | Eklenme Tarihi: 08 Ocak 2008

Türkiye Kyoto Protokolünü İmzalamalı mı? Nasıl?

  • Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (İDÇS) taraf olan ülkeler 3-14 Aralık 2007 tarihleri arasında Endonezya’nın Bali şehrinde toplandılar. Bu arada ülkemizde de, bir yandan “Türkiye, Kyoto Protokolü’ne Hemen Şimdi Taraf Ol” kampanyaları yürütülürken, bir yandan da bazıları, “Kyoto Protokolü, emperyalist dünyanın oluşturmak istediği yeni dünya düzeninin aracıdır, oyuna gelmeyelim” diye karşı duruyorlar.

    Ama konu siyah-beyaz veya 0-1 kadar basit değil. Peki Türkiye hangi yolu izlemeli? Diğer bir deyişle stratejisi ne olmalı? Her şeyden önce iklim değişikliğinin nedenleri ve sonuçlarını, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Kyoto Protokolü ve Bali’de yapılacak taraflar konferansında beklenen gelişmeleri, Türkiye’nin konumunu kısaca hatırlayalım.

    İklim değişikliğine dair bilinenler
    1750’li yıllardan bu yana, özellikle sanayi devrimiyle birlikte fosil yakıtların kullanılmaya başlanması, arazi kullanımının değişmesi, tarımsal faaliyetlerin artması sonucunda atmosferdeki sera gazlarının konsantrasyonunun arttığı %90 güvenilirlikle söylenebilir. Bunun sonucu olarak, ortalama küresel hava ve okyanus sıcaklığı artmakta, kar ve buz kütlelerinde geniş çapta erimeler olmakta, deniz seviyesi yükselmektedir. Ayrıca, kıtasal, bölgesel ve deniz havzası çapında yağış miktarlarında, okyanusların tuzluluk oranlarında ve rüzgarlarda değişimler; kuraklık, şiddetli yağışlar, sıcak dalgalarının ve tropikal siklonların yoğunlaşması gibi aşırı hava olayları gözlenmektedir.

    İklimde meydana gelen bu değişim ekosistemi, biyolojik çeşitliliği, tarımı ve ormancılığı, gıda güvencesini, su kaynaklarını, kıyı sistemlerini, düşük rakımlı arazileri olumsuz etkileyecektir. İklim değişikliğinden en olumsuz yönde etkilenecek bölgeler arasında sayılan Güney Avrupa’da sıcaklık ve kuraklığın artması, su kaynaklarının azalması sonucunda hidrolik enerji kaynaklarının, turizmin ve ekin veriminin zarar göreceği tahmin edilmektedir. Ayrıca sıcak dalgalarından kaynaklanan sağlık risklerinin ve ormanlardaki tabii yangınların artması da beklenmektedir. Ayrıca iklim değişikliğinden en fakir ülkelerin en erken ve en çok etkileneceği tahmin edilmektedir. Hasarlar ortaya çıkmaya başladığındaysa, sürecin geri döndürülmesi için artık çok geç olacaktır.

    Atmosferdeki sera gazı konsantrasyonlarının belirli bir seviyede sabitlenebilmesi için, 2050 yılı itibariyle küresel salımların, şimdiki seviyesinin yaklaşık %25 altında olması gerekmektedir. Bunun için de elektrik enerjisi üretim sektörünün 2050 yılı itibariyle %60-75 oranında karbondan arındırılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca sera gazı azaltımları için potansiyel en büyük kaynağın enerji verimliliği olacağı hesaplanmıştır. Öte yandan, sera gazı salımlarını ne kadar ani azaltmak gerekirse, maliyet o kadar artmaktadır. Eğer hiç bir önlem alınmadan, her şey şimdiki gibi devam ederse, karbonun bugünkü sosyal maliyeti, yaklaşık 85 ABD Doları/ ton CO2 olup; bu rakam, birçok sektördeki sera gazı azaltımının marjinal maliyetinin üzerindedir.

  • Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (İDÇS) dair bilinenler
    “Sorun küreseldir; o halde çözüm de küresel olmalıdır” yaklaşımından hareketle hazırlanan İDÇS, 1992 yılında imzaya açılmış, 1994 yılında yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin amacı, iklim sistemi üzerindeki insan kaynaklı tehlikeli etkileri önlemek için atmosferdeki sera gazı birikimini durdurmak olarak tanımlandı. Bu amaca ulaşmak üzere, bütün ülkelerin “ortak ama farklılaştırılmış sorumluluklar üstlenmesi” ilkesi benimsenmektedir. Bu çerçevede, Sözleşmenin Ek-I’inde yer alan gelişmiş ülkelerin (yani 1992 tarihi itibariyle OECD’ye üye ülkelerin) ve “piyasa ekonomisine geçiş sürecindeki” eski Doğu Bloku ülkelerinin, 2000 yılına kadar sera gazı salımlarını 1990 yılı seviyesine çekmeleri hedeflenmektedir. Ayrıca Sözleşmenin Ek-II’sinde yer alan gelişmiş ülkelere (OECD’ye üye ülkelere), iklim değişikliğinden en fazla etkilenmesi muhtemel “gelişme yolundaki ülkelere” mali yardımda bulunma görevi verilmektedir. Ancak, İDÇS’ye uymayan ülkelere getirilen herhangi bir yaptırım yoktur.

    Kyoto Protokolü’ne dair bilinenler
    Gelişmiş ülkelerin 2000 yılındaki sera gazı salımlarını 1990 yılı seviyesinde tutmak için İDÇS’nin yetersiz olduğu kabul edilerek, yükümlülüklerin daha sıkı hale getirilmesi ve yasal bağlayıcı bir belge olması amacıyla Kyoto Protokolü hazırlanmış ve 1998 yılında imzaya açılmış; 2005 yılında da yürürlüğe girmiştir. Protokolün Ek A’sında salımlarının sınırlanması öngörülen 6 sera gazı (karbondioksit, Diazotmonoksit, Metan, Hidroflorokarbonlar, Kükürt Heksaflorür ve Perflorokarbonlar) ve bu sera gazlarının kaynaklandığı sektörler (enerji, sanayi, tarım, atıklar) ve süreçler sıralanmaktadır.

    Protokol, İDÇS’nin Ek-I’inde yer alan ülkelerin toplam sera gazı salımlarını, 2008-2012 yılları arasında, 1990 yılı seviyesinin en az %5 altına indirmesini öngörmektedir. Bu indirimi sağlayabilmeleri için, İDÇS’nin Ek-I’inde yer alan ülkelerin her birinin sera gazı salımlarını, 2008-2012 yılları arasında, 1990 yılı seviyesine kıyasla ne oranda azaltacakları ya da arttıracakları Protokolün Ek-B’sinde listelenmektedir. Ek-I dışı ülkelerin ise salımları indirme zorunluluğu olmayıp, gönüllülük esasına göre sera gazlarını azaltmaları öngörülmektedir.

    Kyoto Protokolü, Ek-I ülkelerinin yükümlülüklerini yerine getirmelerine yardımcı olacak teknik ve ekonomik araçlar (esneklik mekanizmaları) getirmiştir. Ekonomik araçların ya da piyasa mekanizmalarının mantığına göre, iklim değişikliğine neden olan sera gazı salımları, dünyanın neresinde azaltılırsa azaltılsın, küresel açıdan aynı etkiyi yapacaktır. Ama aynı miktarda sera gazı azaltmanın maliyeti, gelişmiş ülkelerde diğerlerine göre daha fazladır. O halde gelişmiş ülkeler, diğer ülkelerde bazı projeler gerçekleştirerek küresel sera gazı salımlarının azaltılmasına katkı sağlayabilirler (Temiz Kalkınma Mekanizması ve Ortak Uygulamalar). Bu faaliyetleri de Ek-B ülkelerinin yükümlülüklerini yerine getirmelerinde hesaba katılır.

  • Aynı şekilde, gelişmiş ülkelerin şirketleri için sera gazı azaltımlarının marjinal maliyetleri farklıdır. Bu nedenle Ek-B’de yer alan herhangi bir Ek-I ülkesi, sera gazı salımlarını Protokolde kendisi için belirlenen hedeften daha fazla azaltmışsa, salımlarındaki bu ilave azaltımı başka bir taraf ülkeye satabilir (Salım Ticareti). Ticarete konu bu salımlar da Ek-B ülkelerinin yükümlülüklerini yerine getirmelerinde hesaba katılır.

    Bir ülke, Kyoto Protokolü’nde üstlendiği yükümlülüğü yerine getirmemesi halinde, diğer bir deyişle taahhüt dönemi olan 2008-2012 arasında Ek-B’de kendisine tahsis edilmiş miktardan daha fazla sera gazı salımında bulunmuşsa, ikinci taahhüt döneminde hem bu aradaki fark kadar azaltımı gerçekleştirmek, hem de ilave %30 oranında bir azaltım gerçekleştirmekle yükümlü olur.

    1997 yılında Kyoto Protokolu müzakere edilirken, çevrecilerden daha çok ekonomistlerin rol aldığı; protokolde, en fazla salım azaltımının nasıl yapılacağından daha çok, salımların nasıl en az maliyetle azaltılabileceğine ağırlık verildiği; bu amaçla tasarlanan piyasa mekanizmaları ve belirlenen %5 azaltım oranının sera gazı etkisinin hafifletilmesinde yetersiz olacağı kaygıları göz önünde tutulduğunda, Kyoto Protokolü’nün bir “çevre sözleşmesi” olmaktan çok, bir “ekonomi sözleşmesi” olduğu yönündeki haklı eleştirilere katılmamak mümkün değil. Ancak halen Kyoto Protokolu’nun alternatifi olabilecek küresel bir mekanizma olmadığı gibi, en azından 2008-2012 arası için bu yönde bir öneri de getirilmemiştir.

    2005 yılı verilerine göre Dünyadaki karbondioksit salımlarının yaklaşık %21,5’inin kaynağı olan ABD4, Kyoto Protokolü’ne taraf olmadığı için, Ek-B’de getirilen, 2008-2012 arası sera gazı salımlarını %7 oranında indirme yükümlülüğünü henuz üstlenmiş değil. Öte yandan Türkiye, sera gazları salımını bir yıl içinde sıfır noktasına çekse dahi, küresel salımlar açısından ancak % 0,79 oranında bir iyileşme sağlayabilecek.

  • Türkiye’nin İDÇS ve Kyoto Protokolü bağlamındaki durumuna dair bilinenler/bilinmeyenler
    Türkiye, çevre konularına “havadan sudan işler” yaklaşımı ile baktığından ve çevre konuları siyasi gündemin en son sıralarında yer aldığından, 1990’lı yılların başında İDÇS’nin hazırlık sürecine her zamanki gibi sürekli ve aktif katılım sağlayamadı. Müzakere sürecine katılanların başarısı, kurumsal kapasitelerden çok, müzakerecilerin kişisel kapasiteleri ile sınırlı kalmıştır. Türkiye’nin o yıllarda gelişmiş ülkeler arasında yer almak gibi bir iddiası bulunduğundan, Sözleşmenin eklerinin müzakere sürecinde gelişmişlik kıstası olarak OECD üyeliğinin esas alınmasına itiraz edememiş, bir OECD ülkesi olarak İDÇS’nin hem Ek-I hem de Ek-II’sinde yer almıştır. Ancak bu durum, Türkiye’nin sanayileşme düzeyi ile bağdaşmamıştır. Bunun sonucunda, Sözleşme imzaya açıldıktan sonra, sanayi devrimini yaşamış ülkelerle aynı sorumlulukları paylaşmasının adil olmadığı savıyla Eklerden çıkarılma çabasına girişilmiştir. Türkiye, İDÇS’yi imzalayıp taraf olmadığı için 1992 ile 2001 yılları arasında Sözleşmeye taraf ülkeler konferanslarına “gözlemci” sıfatıyla katılabilmiştir. İDÇS’nin Eklerinden çıkarılma talebini ancak Pakistan, Azerbaycan gibi Sözleşmeye taraf ve aynı zamanda Türkiye’nin dost ve kardeşi olan ülkeler aracılığıyla gündeme getirebilmiştir. Nihayet Türkiye’nin, Ek-II listesinden çıkarılması ve ülkenin “özel koşulları” dikkate alınarak Ek-I listesinde kalması konusundaki önerisi, 2001 yılındaki 7. Taraflar Konferansı’nda 26/CP7 sayılı kararla kabul edilmiş; böylece Türkiye, 24 Mayıs 2004 tarihinde BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf olmuştur. Ancak Türkiye halen, ABD ile birlikte Kyoto Protokolü’ne henüz taraf olmayan iki Ek-I ülkesinden biri konumundadır. Kyoto Protokolü 1997 yılında 3. Taraflar Toplantısında müzakere edilirken, Türkiye henüz İDÇS’ne taraf olmadığından, Protokolün Ek-B’sinde yer alamamıştır. Diğer bir deyişle, Kyoto Protokolü’ne taraf olsa bile 2008-2012 tarihleri arasında sera gazı azaltımları konusunda sayısal bir hedefe ulaşma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Türkiye halen İDÇS’ye taraf bir ülke olduğu için her yıl yapılan taraflar konferansına (COP), yardımcı organların toplantılarına ve müzakerelerine diğer taraf ülkelerle eşit şartlarda katılabilmektedir. Ancak Kyoto Protokolü’ne taraf olmadığı için Protokole taraf ülkelerin toplantılarında (COP/MOP) gözlemci statüsünde yer almaktadır.

  • Türkiye'nin Durumu İçin Kaba Bir Analiz
    Şimdi bu bilinenler ışığında Türkiye için basit bir analiz yapalım.

    Türkiye’nin güçlü yönleri
    • İklim Değişikliği konusunda Türkiye’nin iç ve dış politikalarını oluşturmak üzere, 2004/13 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu yeniden kuruldu.
    • 1 Mart 2007'de TBMM Küresel Isınma Araştırma Komisyonu’nun kurulması, siyasal iradenin oluşması bakımdan önemli bir adım oldu.
    • Türkiye “özel durumu”nu Bali’de bir kez daha ifade etmek üzere, birkaç kamu kuruluşu eliyle bir rapor hazırladı.
    • 2005 yılı verilerine göre, Türkiye’nin kişi başına karbondioksit salımı 3,04 ton iken; Dünya ortalaması 4,22 ton/kişi ve OECD ortalaması 11,02 ton/kişi4.
    • İklim değişikliği konularında bazı bilimsel araştırmalar ile politika analizleri, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından Küresel Çevre Fonu’ndan (GEF) sağlanan kaynaklarla tamamlandı.
    • “Eğitim, öğretim, kamuoyu bilinçlendirmesi” alanında ulusal odak noktası olarak görevlendirilen Bölgesel Çevre Merkezi (REC) Türkiye, Türkiye’nin iklim değişikliği politikalarına yönelik bazı analitik çalışmalar yapıyor, bu konuda seminerler düzenliyor5.
    • Medya son zamanlarda iklim değişikliği konusuna önem vermeye başladı.
    • Halk, son zamanlarda iklim değişikliğinin olası sonuçları konusunda oldukça bilinçlendi.
    • Küresel iklim değişikliğine karşı duyarlı birçok sivil toplum kuruluşu var.
    • Türkiye’nin halen enerji verimliliği potansiyeli sanayi ve ulaştırma sektörlerinde en az %20; bina ve hizmetler sektöründe ise en az %30 civarında6.
    • Türkiye, Ozon Tabakasını İncelten Maddelere İlişkin Montreal Protokolü’nün uygulanmasında en başarılı ülkeler arasında.
    • Türkiye’de kömürle çalışan termik santrallerin özelleştirme kapsamına alınması, daha enerji etkin üretim süreçlerine geçilmesi için olanak yaratabilir.
    • Türkiye’nin Enerji Verimliliği Stratejisi AB Fonları’ndan sağlanan destekle Elektrik İşleri Etüd İdaresi tarafından hazırlandı.
    • Enerji Verimliliği Kanunu 2 Mayıs 2007’de yürürlüğe girdi.
    • Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun 10 Mayıs 2005 tarihinde yürürlüğe girdi.
    • Nisan 2006’da revize edilen 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda “Çevrenin korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi ve giderilmesi için uyulması zorunlu standartlar ile vergi, harç, katılım payı, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve temiz teknolojilerin teşviki, emisyon ücreti ve kirletme bedeli alınması, karbon ticareti gibi piyasaya dayalı mekanizmalar ile ekonomik araçlar ve teşvikler kullanılır” ilkesi yer aldı.
    • Türkiye’nin Birinci Ulusal Bildirim Raporu, UNDP koordinasyonunda hazırlanarak 23 Mart 2007’de BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Sekreteryası’na sunuldu.
    • Türkiye, yaklaşık günlük ortalama 4 kWh/m2 güneş enerjisi potansiyeli ile fosil yakıtlara alternatif yenilenebilir enerji kaynaklarının en önemlilerinden birine sahip7.
    • 1 Kasım 2007’de Enerji Piyasası Denetleme Kurulu’na toplam kurulu gücü 78 bin megavat gibi yüksek düzeylere ulaşan 750 adet rüzgar santrali tesisi için başvuru yapılmış olması, bu yenilenebilir enerji kaynağının da küçümsenmeyecek miktarda olduğunu göstermekte8.
    • AB’ye uyum süreci kapsamında Türkiye’deki çöp depolama alanlarının rehabilitasyonuna, yeni, modern katı atık yönetim sistemlerine geçilmeye başlanmasıyla metan gazı salımları azalmaya başladı.
    • Türkiye’de bazı şirketler, “gönüllü karbon ticareti” piyasasına girmiş durumda.
    • Türkiye Kyoto Protokolü’ne taraf olursa, İDÇS’nin Ek-I’inde yer alan, ama Kyoto Protokolü’nün Ek-B’sinde yer almayan, “özel koşulları” bütün taraf ülkelerce kabul edilmiş bir ülke olarak, 2012 sonrası hangi esneklik düzeneğine dahil edileceği konusunda pazarlık edebilme şansına sahip.

  • Türkiye’nin zayıf yönleri
    • Türkiye, Ek-I ülkeleri arasında 1990 ile 2005 yılları arasında görülen %75,9 artış oranıyla sera gazı salımları en hızla artan ülke konumunda10.
    • 2005 yılı verilerine göre Türkiye’nin enerji yoğunluğu, 0,35 TEP/000 2000$. Buna mukabil aynı gösterge Dünya ortalaması olarak 0,32 ve OECD ortalaması olarak 0,204. Diğer bir deyişle Türkiye’nin kalkınması, diğer ülkelere kıyasla enerji etkin değil.
    • Yine 2005 yılı verilerine göre Türkiye’nin karbondioksit salım yoğunluğu, 0,89 kg/2000$ iken, aynı yoğunluk Dünya ortalamasında olarak 0,75; OECD ortalaması olarak 0,454.
    • Türkiye iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerden birinde yer alıyor.
    • Türkiye’nin ekonomik ve sosyal politikaları ile çevre politikaları birbirleriyle entegre şekilde planlanmadığından, birbirleriyle çelişen politikalar benimseniyor; iklim değişikliğine duyarlı kalkınma modelleri geliştirilmiyor, böylece kalkınmanın sürdürülebilir olmasını tehlikeye düşüyor.
    • Kyoto Protokolü’ne taraf olmadığı için 2012 sonrasına yönelik müzakerelere dahil olamıyor.
    • Halkın büyük çoğunluğu, hala sera gazlarının bacalara takılan filtrelerle arıtılabileceğini düşünecek kadar bu konuda bilgisiz.
    • Bölgesel Çevre Merkezi (REC) Türkiye dışında, iklim değişikliği konusunda sistemli eğitim veren kuruluş yok denecek kadar az.
    • Hava kirliliğinin önlenmesine ilişkin mevzuatın etkin olarak uygulanmasında halen kurumsal kapasite eksiklikleri ve politik iradede zafiyet mevcut.
    • İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu, geçici (ad-hoc) çalışma grupları marifetiyle çalıştığından ve Kurulun karar destek mekanizmaları yeterli kurumsal yapıya ve kapasiteye sahip olmadığından ayrıntılı politika analizleri yapamıyor ve bu analizleri bilimsel temellere dayandırmakta eksik kalabiliyor.
    • Türkiye, AB, G-77, OPEC vb. bloklar içinde yer almaması ve üyesi olduğu OECD’deki sanayileşmiş ülkelerle çıkarlarının örtüşmemesi nedeniyle uluslararası müzakerelerde tek başına kalıyor.
    • Türkiye, iklim değişikliği konusunda küresel, bölgesel, ulusal boyutta politika analizler yapma kapasitesine sahip olmadığından, müzakerelerde sorunların tanımlanmasında aktif rol alamıyor ve çözüm için seçenekler ortaya koyamıyor. Yalnızca, diğer güçlü ülke veya ülke gruplarının ortaya attığı sorunları ve geliştirdikleri çözüm önerilerini izleyip, kabaca değerlendirerek müzakerelerde tepkilerini iletmek şeklinde pasif bir yol izliyor.
    • Müzakere toplantılarına giden heyetlerde teknik ve siyasi uzmanlardan ziyade ayrıntılı bilgiye sahip olmayan kamu bürokratları yer aldığından müzakerelerde başarılı olma şansları az.
    • 2012 sonrasında Türkiye’ye getirilebilecek olası yükümlülüklere ilişkin çeşitli senaryolara göre fayda-maliyet analizleri yapılmıyor. Hangi gösterge üzerinden, hangi baz yıla göre bir yükümlülüğü müzakere etmeyi tercih edeceği; kırmızı çizgilerinin nerelerde olduğu konusunda ayrıntılı çalışmaları bulunmamakta; ya da çalışmaların miktarı yetersiz.
    • Sivil Toplum Kuruluşlarının, akademik çevrelerin, yerel yönetimlerin, sera gazlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum konusundaki araştırma, politika geliştirme ve uygulama çalışmaları, diğer ülkelere kıyasla çok sınırlı sayıda ve kapsamda.

  • • Türkiye’de çevre politikalarının uygulanmasına yönelik ekonomik araçlar bulunmadığı gibi, bu araçları tasarlamanın, uygulamanın hangi kuruluşun görevi olduğu da çok açık değil.
    • Kamu kurumlarının Dünya’daki karbon piyasalarını izleyebilme kapasitesi çok sınırlı.
    • Avrupa Birliği’nde kurulmuş bulunan ve 2008 yılından itibaren dünya çapında Ek-I ülkeleri arasında uygulanacak olan “salım ticareti rejimi”ne Türkiye’nin dahil olabilecek kapasitesi yok.
    • Türkiye’de ulaştırma karayolu ağırlıklı; demiryolu ağı yetersiz.
    • Türkiye’de havayolu ulaşımı gün geçtikçe artıyor.
    • Türkiye’de arazi kullanımı, sera gazı salımları açısından olumsuz yönde değişiyor.
    • Türkiye’nin Kalkınma Planları dışında enerji konusunda özel bir strateji belgesi yok.
    • Türkiye’nin henüz bir Ulusal Yenilenebilir Enerji Stratejisi ve Eylem Planı bulunmuyor.
    • UNDP koordinasyonunda tamamlanan proje çerçevesinde yapılan bazı ekonomik analizler dışında11, sera gazı azaltım senaryolarının ulusal ekonomiye ve sektörlere olası etkilerini inceleyen fayda-maliyet analizleri yok.
    • İklim değişikliğinin Türkiye’nin hangi bölgelerini ve hangi sektörlerini nasıl etkileyeceği yönünde UNDP Projesi ve üniversitelerin yürüttükleri bazı bölgesel araştırmalar dışında, ülke çapında kapsamlı risk analizi çalışmaları bulunmuyor.
    • Kapsamlı bir iklim değişikliğine uyum stratejisi ve eylem planı henüz hazırlanmıyor.
    • Karbondioksiti gideren, düşük karbonlu teknolojiler ile çevre dostu ileri ve yenilikçi teknolojilerin desteklenmesi, geliştirilmesi ve kullanılmasının artırılması ile ilgili araştırma yapılmasını, bu tür teknolojiler konusunda bilgi ağlarına erişimi sağlayan; üreticilere ve tüketicilere bilgi ve danışmanlık hizmeti veren “tek durak” niteliğinde bir “Temiz Teknoloji Merkezi” yok.
    • Türkiye “teknoloji ithal eden ülke” konumundan, “teknoloji üreten ülke” konumuna geçemiyor.
    • Türkiye’nin sera gazı salımlarını azaltabilmesine yönelik “teknoloji ihtiyaç analizi” yapılmış değil.
    • Türkiye’nin 2008-2012 arasında Temiz Enerji Mekanizmasına (CDM) veya Ortak Uygulamalara (JI) ev sahipliği yapabilmesi için gereken yasal ve kurumsal yapılanması yok.
    • Temiz Kalkınma Mekanizmasına veya Ortak Uygulamlara dahil olursa piyasaya sunabileceği proje portföyü konusunda bir hazırlığı yok
    • Kyoto Protokolü’ne taraf olursa, 2012 yılından sonrası için müzakere stratejisini oluşturmasında belirleyici olabilecek esneklik mekanizmalarına dair “yapılabilirlik etütleri” yok.
    • Mali kaynakları emme kapasitesi zayıf olduğu için her yıl önemli miktarda mali katkıda bulunduğu GEF kaynaklarından yeterince fon sağlayamıyor.
    Türkiye’nin önündeki fırsatlar
    • İDÇS’nin 7. Taraflar Toplantısı’nda, Türkiye’nin sanayileşmesinin erken evrelerinde bulunmasına dayanılarak, “özel durumu” olduğunun diğer taraf ülkelerce kabul edilmesi sonucunda, Türkiye 2012 sonrası dönem için diğer Ek-I ülkeleri kadar ağır yükümlülükler almıyor.
    • Türkiye Kyoto Protokolü’nün Ek-B Listesi’nde yer almadığı için 2008-2012 arası herhangi bir sayısal hedefi tutturma yükümlülüğü bulunmuyor.

  • • Taraf ülkelerin en az %75’inin yazılı onayının gerekmesi nedeniyle, bugünkü haliyle Kyoto Protokolü’nün Ek-B Listesi’ne bir ülkenin dahil edilmesi çok zor.
    • Türkiye Kyoto Protokolü’ne taraf olursa Ek-B’de yer almadığı için, 2012 yılından sonra Temiz Kalkınma Mekanizması veya Ortak Yürütme projeleri için “ev sahibi ülke” olma konusundaki talebini kabul ettirebilme olasılığı var.
    • Kyoto Protokolü’nün esneklik mekanizmalarının uygulanmaya başlanması ile birlikte Türkiye’ye doğrudan sermaye yatırımlarında ve/veya teknoloji transferlerinde artış olabilir; bu da istihdamı arttırabilir.
    • Türkiye, AB’ye üyelik sürecinde olduğundan, AB ile birlikte davranarak AB’nin müzakere gücünden yararlanabilir.
    • Türkiye’nin sera gazı salımlarını azaltmak amacıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına ve düşük karbonlu enerjilere yönelmesi, enerji çeşitliliği ve arz güvenliği bakımından fırsattır.
    • Kyoto Protokolü’ne taraf olması, Türkiye’nin düşük karbonlu, enerji etkin teknolojilerde işbirliklerine gidebilme fırsatları yaratabilir; yeni teknolojilere ayak uydurma kapasitesine ivme kazandırabilir; 2050 yılı itibariyle Dünyada en az 500 milyar $’ı bulacağı tahmin edilen düşük karbonlu enerji ürünleri piyasalarının3 bir aktörü haline gelmesinin yolunu açabilir.
    • Özellikle güneş enerjisi teknolojilerinin maliyetleri hızla düşmekte olduğundan; Türkiye bu konuya yatırım yapmaya başlarsa, bu alanda teknoloji üreten ülkeler arasına girebilir.
    • Türkiye 2008’in başında Kyoto Protokolü’ne taraf olabilirse, 2012 sonrasına ilişkin müzakerelere katılarak, kendisini de ilgilendirebilecek kararlara müdahale edebilir. Halen müzakere edilmekte olan Uyum Fonu’ndan yararlanma olanağını elde edebilir.
    • 2012 sonrasına ilişkin olarak bir sera gazı azaltım hedefi yerine, enerji yoğunluğunu azaltma yönünde bir yükümlülük alması, Türkiye’nin kalkınmasını enerji etkin hale getirmesi konusunda fırsattır.
    • Türkiye’nin sera gazı salımlarının azaltılması yönünde orman ve meraları arttırmak yönünde alacağı tedbirler, ülkenin biyolojik çeşitliliğin korunmasına ve gelişmesine katkı sağlayabilir.
    • Türkiye’nin karbondioksit salımlarını azaltmaya yönelik çabaları, bu salımlarla birlikte atılan diğer kirleticilerin de miktarlarını azaltacağından insan sağlığı, sağlık harcamaları, iş gücü kayıplarının önlenmesi, yaşam kalitesinin iyileştirilmesi gibi yönlerden de faydalar sağlayabilir.

  • Türkiye’nin önündeki tehditler
    • 2009 yılı sonunda yapılacak başkanlık seçimlerinden sonra ABD’nin Kyoto Protokolü’ne taraf olma olasılığı ve Avustralya’nın Kyoto Protokolü’ne taraf olma kararı göz önüne alındığında, İDÇS’nin Ek-I’inde olup da Kyoto Protokolü’ne taraf olmayan tek ülke Türkiye kalacağından prestij kaybetmesi ve üzerindeki politik baskıların artması olasılığı yüksek.
    • Rusya’nın getirdiği öneri kabul edilirse, bir ülkenin Kyoto Protokolü’nün Ek-B’sine dahil edilmesi kolaylaşabilir.
    • Türkiye’nin “özel durumu”, 1995 yılından beri iklim değişikliği toplantılarında dile getirildiğinden, Bali’de anlatıldığında artık dikkatleri çekme olasılığı az.
    • AB’ye üye olmaya aday, OECD ülkesi, İDÇS’nin Ek-I’inde yer alan Türkiye’nin hızla artan sera gazı salımları ile her türlü yükümlülükten muaf tutulması küresel adalet açısından olası gözükmüyor.
    • Halen Kyoto Prokolü’ne taraf olmadığı için 2012 sonrasına ilişkin müzakerelere katılamaması, kendisini de ilgilendirebilecek kararlara müdahale edememesi, ileride istemediği yükümlülükler üstlenmesine, ekonomide daralma ve işsizliğin artmasına yol açabilir.
    • Kyoto Protokolü’ne taraf olmaması, Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerini olumsuz yönde etkileyebilir. AB’nin enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji konusundaki fonlarından yararlanmasınn önünü tıkayabilir.
    • AB’ye üye olma ve dolayısıyla AB içindeki salım ticareti sistemine dahil olma sürecindeki bir ülkenin Temiz Kalkınma Mekanizması’na ev sahipliği yapması olasılığı ortadan kalkabilir.
    • Dünya’da ticarete konu karbonun fiyatı düşme eğiliminde.
    • Türkiye’deki su kaynaklarının hızla azalması nedeniyle hidoelektrik enerji üretimi çok azalabilir.
    • Güneş kollektörleri ve güneş pillerinden elde edilecek enerjinin, 2050 yılı itibariyle dünyadaki enerji üretiminin %2’sinden azını oluşturacağı tahmin ediliyor9.
    • Uluslararası ticarette karbon salımları ile ilgili yaptırımlar karara bağlanırsa, Türkiye’nin Kyoto Protokolü’ne taraf olmaması, dış ticaretinde engeller yaratabilir.
    • Türkiye, halen müzakere edilmekte olan Uyum Fonu’ndan yararlanma şansını kaçırabilir.

  • Basit bir strateji çalışması
    Yukarıdaki analiz ışığında Türkiye’nin önünde hangi seçeneklerin bulunduğunu; bu seçeneklerin yapılabilirliklerini ve her biri için izlenmesi gereken yol haritasını irdeleyelim:

    1. Seçenek: Türkiye’nin, Kyoto Protokolü’ne hiç bir zaman taraf olmaması
    AB’ye üye olmaya aday, OECD ülkesi, İDÇS’nin Ek-I’inde yer alan ve sera gazı salımları hızla artan Türkiye için bu seçenek ne “çevre etiği ve küresel adalet” açısından ne de iç ve dış politikalar açısından “yapılabilir” (feasible) gözükmemektedir.

    2. Seçenek: Türkiye’nin, 2008 yılının ilk yarısında Kyoto Protokolü’ne taraf olması
    Bu durumda Türkiye’nin izlemesi gereken yol en azından aşağıdakileri içermelidir:
    • Tercihen Bali’deki toplantıda taraf olacağını beyan etmeli ve acilen taraf olma işlemlerini başlatmalı. Böylece bir an önce 2012 sonrası için yapılan müzakerelere dahil olma hakkını kazanmalı.
    • İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu’nun karar destek mekanizmaları, bilimsel çalışmalarla, politika çalışmaları bütünleştirecek bir kurumsal yapı oluşturularak güçlendirilmeli.
    • 2012 yılından sonrası için müzakere stratejisini oluşturmasında belirleyici olabilecek Kyoto Protokolü esneklik mekanizmalarına dair “yapılabilirlik etütleri” bir an önce yapılmalı.
    • Türkiye’nin sera gazı salımlarını azaltabilmesine yönelik “teknoloji ihtiyaç analizi” yapılmalı.
    • Türkiye acilen, farklı senaryolara göre enerji yoğunluğunu azaltmasının fayda-maliyet analizini yapmalı.
    • Enerji ve sanayi sektörlerinin enerji yoğunluğunun ve böylece sera gazı salımlarının azaltılması senaryolarının ulusal ekonomiye ve sektörlere olası etkilerini inceleyen fayda-maliyet analizleri yapılmalı.
    • Türkiye, “eşit ve ortak fakat farklılaştırılmış” sorumluluklar ilkesi çerçevesinde, ama 26/CP7 sayılı Taraflar Konferansı kararında belitilen “özel durumu”na uygun olarak, yukarıdaki senaryo analizleri ile belirleyeceği stratejisine göre enerji yoğunluğunu azaltma hedefini taahhüt etme konusunu ciddi şekilde ele almalı. Bu konuda mümkün olduğunca Çin, Brezilya, Kore, Meksika, Güney Afrika gibi benzer konumdaki ülkelerle birlikte hareket ederek, müzakerelerde elini güçlendirmeli.
    • Türkiye, AB’nin 2012 sonrası düzenlemelere ilişkin politikalarını yakından takip etmeli; gerekirse gayrı resmi görüşmelerle ve lobi faaliyetleriyle bu politikaları etkilemeye çalışmalı.
    • Müzakere toplantılarına giden heyetlere mutlaka iklim değişikliği, sebepleri ve sonuçları konularına, uluslararası sözleşmelere ve küresel siyasete hakim teknik ve siyasi uzmanlar da dahil edilmeli.
    • Sivil Toplum Kuruluşlarının, akademik çevrelerin, yerel yönetimlerin sera gazlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum konusundaki araştırma, politika geliştirme ve uygulama çalışmaları belirli bir strateji ve eylem planı çerçevesinde desteklenmeli. Bu konuda gereken eğitimlere hemen başlanmalı.
    • Türkiye’de çevre politikalarının uygulanmasına yönelik ekonomik araçların, AB salım ticaretine benzer sistemlerin tasarlanması ve uygulamaya konabilmesi için gereken yasal ve kurumsal düzenlemelere orta vadede başlanmalı.

  • • Ulaştırmanın enerji etkin hale getirilmesi ve ulaştırmadan kaynaklanan sera gazlarının azaltılmasına yönelik eylem planı hazırlanmalı.
    • Türkiye’nin Ulusal Enerji Stratejisi ve buna dayalı Yenilenebilir Enerji Stratejisi ve Eylem Planı hazırlanmalı.
    • İklim değişikliğinin Türkiye’nin hangi bölgelerini ve hangi sektörlerini nasıl etkileyeceği yönünde ülke çapında kapsamlı risk analizi çalışmaları yapılmalı.
    • Bu çalışmalara dayanılarak, kapsamlı bir “iklim değişikliğine uyum stratejisi ve eylem planı” hazırlanmalı.
    • Karbondioksiti gideren, düşük karbonlu teknolojiler ile çevre dostu ileri ve yenilikçi teknolojilerin desteklenmesi, geliştirilmesi ve kullanılmasının artırılması ile ilgili araştırma yapılmalı.
    • Bu tür teknolojiler konusunda bilgi ağlarına erişimi sağlayan, üreticilere ve tüketicilere bilgi ve danışmanlık hizmeti veren bir “Temiz Teknoloji Merkezi” kurulmasına başlanmalı.
    • Yukarıdaki pek çok işin gerçekleştirilebilmesi için en azından bir kısmına GEF kaynaklarından fon sağlamak üzere derhal proje önerileri hazırlanmalı.

    3. Seçenek: Türkiye’nin 2009 yılından sonra Kyoto Protokolü’ne taraf olması
    • Türkiye, 2008-2009 yıllarında yapılacak olan 2012 sonrasındaki uluslararası iklim değişikliği mevzuatının oluşturulmasında müzakerelere gözlemci olarak katılmalı.
    • Türkiye, AB’nin 2012 sonrası düzenlemelere ilişkin politikalarını yakından takip etmeli; gerekirse gayrı resmi görüşmelerle ve lobi faaliyetleriyle bu politikaları etkilemeye çalışmalı. Böylece gelecekte AB içindeki konumu için şimdiden bir yer oluşturmalı.
    • 2012 sonrasında Ek-B’ye dahil edilirse sürece taraf olup olmamayı tekrar gözden geçirmeli.
    • Bu arada kalkınmasındaki enerji yoğunluğunu makul seviyelere çekerek, dolayısıyla sera gazı salım hızını azaltmalı ve bu durumu ulusal bildirimlerle duyurmalı.
    • Diğer ülkelerden gelecek siyasi baskılara karşı kendisini korumak üzere strateji geliştirmeli.
    • İleride karşısına çıkabilecek ticari engelleri öngörmek ve bunlarla baş edebilmek üzere tedbirler geliştirmeli.
    • İklim değişikliğinin Türkiye’nin hangi bölgelerini ve hangi sektörlerini nasıl etkileyeceği yönünde ülke çapında kapsamlı risk analizi çalışmaları yapılmalı.
    • Bu çalışmalara dayanarak, kapsamlı bir “iklim değişikliğine uyum stratejisi ve eylem planı” hazırlanmalı.
    • AB’ye üyelik müzakereleri ile Kyoto Protokolü’ne taraf olma stratejisini bütünleştirmeli.

  • Sonuç
    İklimler değişmeye başladığına ve bunun en önemli sebeplerinden biri insan faaliyetleri olduğuna göre, ortada herhangi bir uluslararası sözleşme, protokol, vb olmasa bile bireylerden, devletlere herkesin bir şeyler yapması gerekiyor. Ortak sorunlar, ancak ortak eylemlerle çözülebilir noktasından hareketle, bütün ülkelerin az veya çok katkısının bulunduğu iklim değişikliği sorunuyla mücadelenin getirebileceği külfetten herhangi bir ülkenin kendisini muaf tutması adil gözükmüyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin de “hiçbir şey yapmaması” düşünülemez.

    Türkiye’nin Kyoto Protokolü’ne taraf olmasına ilişkin yukarıda yapılan strateji belirleme egzersizi, çok kaba analizlere dayanmakta. Hiç kuşkusuz, yukarıda birer cümle olarak belirtilen hususların pek çoğu, birer soru cümlesi haline getirilerek daha kapsamlı ve ayrıntılı incelenip, analiz edilebilir. Hiç zaman kaybetmeden böyle de yapılmalı. Bu incelemelerin sonuçlarına dayalı çok paydaşlı bir strateji çalışması hem seçenekleri ayrıntılandırabilir, hem de daha somut hale getirebilir. Bu şekilde Türkiye’nin Kyoto Protokolü’ne taraf olması konusundaki stratejisini bir an önce belirleyip, somut hedeflere somut adımlarla yürümesi, hem küresel açıdan daha adil, hem de ülke çıkarları açısından daha uygun ve gerçekçi olacak.

    Sema Alpan Atamer
    Devlet Planlama Teşkilatı’ndan emekli Çevre Uzmanı

    Kaynaklar
    “Climate Change 2007 The Physical Science Basis” Contribution of Working Group I to the Fourth Assessment Report of the IPCC, 2007, Cenevre.
    “Climate Change 2007 - Impacts, Adaptation and Vulnerability” Contribution of Working Group II to the Fourth
    Assessment Report of the IPCC, 2007, Cenevre.
    Stern Review on the economics of climate change, Cambridge University Press, 2007, Cambridge.
    Key World Energy Statistics 2007, IEA, 2007, Paris.
    http://www.rec.org.tr/sayfa.asp?id=178
    http://www.tobb.org.tr/organizasyon/sanayi/kalitecevre/sunumlar/D_EIE%202_Mehmet%20CAGLAR.ppt
    http://www.eie.gov.tr/turkce/gunes/tgunes.html
    http://www.epdk.gov.tr/basin/2007/2007konusma/2007-11-06-tbmmbutce.html
    Energy Technology Perspectives-Senarios and Strategies to 2050, IEA, 2006, Paris.
    BM İDÇS Yürütme Yardımcı Organı (SBI)’nın 24 Ekim 2007 tarihinde yayınlanan FCCC/SBI/2007/30 sayılı belgesi
    Climate Change & Turkey, Impacts, Sectoral Analysis, Socio-economic Dimensions, UNDP, 2007, Ankara.

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu