YUKARI

Öyküler

Yazar: Pakize İşcan | Eklenme Tarihi: 22 Temmuz 2014

Simba Bayramı Bekliyor

  • Dün bir haber aldım, sevincimi sizlerle de paylaşayım dedim. Şeker bayramı tatili geliyormuş, benimki bu bayramı burada, kızıyla geçirecekmiş. Tabi aynı zamanda benimle! 

    Bayramları nasıl bahane eder, sevdikleriyle bir arada olmaktan nasıl keyif alır çok iyi bilirim. Kendi evimizde olduğumuz zamanlarda, sabah erkenden kalkar, hemen bayram duşunu alır, güzel giysilerini giyer, çayı ocağa koyar. Çok şık, özenli bir kahvaltı masası hazırlar, masaya canlı çiçekler koyar, mumlar yakar; masaya bakınca sanırsın ki Monoco kraliçesi kahvaltıya geliyor.

    Kızıyla damadı gelir; onlar da o gün her günkünden daha özenli giyimlidirler. Bayramlaşırlar. Onlara önceden hazırladığı bayram hediyelerini verir. Kız hediye almaya bayılır, damat biraz çekingendir, “neden zahmet ettiniz” der. Neşeli bayram kahvaltıları meşhurdur bunların.

    Bu kez sıra kızda galiba; pek sevindi annesinin geleceğini duyunca. Ben daha çok sevindim ama bilen yok. Geçen gelişinde neredeyse bir hafta boyunca beraberdik ama doyamadım, bu kez kızla damat İtalya’ya on beş günlük seyahate çıkacakları için bize o bakacakmış. Yupppiiii!!! diye bağırasım var. Epeyce direnmiş, oradan işe gidip gelmem çok zor, arkadaşlarından birini bul, diye ısrar etmiş ama kimsecikler kedi bakmak istememiş. İyi ki istememişler ki o gelip kalacak bizimle.

    Bu arada neler yaşadı merak ediyorum, kızına dün telefonda anlatıyordu; sesi pek sevinçli geliyordu. Onun çok sevdiği arkadaşı, biricik dostum dediği arkadaşı Cem gelmiş Panama’dan. Cem abiyi ODTÜ Fotoğraf Kulübünden tanıyor; O’nu ben de tanıyorum; bizimki ameliyat olduğunda maddi ve manevi çok destek olmuştu. Cem abiden söz ederken “çok insan!”,  gerçek dost!” diye anlatır. İnsanüstü enerjisi, heyecanları, tutkuları, uğraşıları olan bir adammış. Yakışıklılığını söylemiyorum bile çünkü ondan çok daha fazla hem de çok fazla güzel özellikleri olan biri de ondan.

    Cem abi, işi gereği iki yıldır ailesiyle Panama’da yaşıyor. Her yıl yaz tatilinde ülkesine gelip hasret gideriyormuş. Bu kez Heybeliada’da buluşmuşlar. O sabah nasıl bir yağmur yağmış, anlatılır gibi değilmiş hatta bizimki o gün yeni aldığı giysilerini giymiş de çıkmış, öyle bir ıslanmış ki “tek bir kuru yerim kalmadı” diye anlatıyordu kızına telefonda. Bir ara yoksa buluşma iptal mi edilir diye aramış Cem abiyi, O da, “buna yağmur mu diyorsunuz, biz Panama’da yedi ay boyunca her gün bunun on katı şiddetinde yağmuru yaşıyoruz, sırılsıklam ıslanıyoruz, ardından bir güneş çıkıyor hemen kuruyoruz” demiş. Neyse yağmur onların keyfini kaçırmamak için fazla uzatmamış, dinmiş, onlar da adanın tadını çıkarmışlar.

    Bizim ufaklıklarla bayramda bir araya gelsek diyorum ve bir daha da ayrılmasak, hep bir arada yaşasak. Malum, bayramlarda dargınlar barışır, büyükler ziyaret edilir, gönüller alınırmış, bizi de artık bayramda kavuştursalar. Kapının altından günlerdir onlara dil döküyorum, “lütfen güzel güzel geçindiğimizi gösterelim onlara, öyle saldırma maldırma yok, ona göre”, diyorum ama bakalım sözlerinde duracak kadar akıllandılar mı, göreceğiz.

    Şimdiden günleri saymaya başladım. O gelene kadar pencerenin önündeki çeri domatesler de kızarmış olur diye umuyorum, bayram sabahı kahvaltıda kendi ürünümüz diye övünerek yerler. Kız da seviyor toprakla uğraşmayı, çiçek yetiştirmeyi ama damat daha hevesli; gidip saksılar alıyor, tohumlar ekiyor, suluyor, yabancı otlarını üşenmeden temizliyor. Maydanozlar, naneler, fesleğenler pencerenin önünü kapladı, ne zaman salata yapsalar hemen onlardan birkaç dal koparıp salataya atıyorlar. Doğadan uzak, kentte yaşayanlar olarak kendi yetiştirdiklerini yemek onlara çok özel geliyor, oysa kırsalda yaşayanlar için olağan bir yaşam biçimi bu ekip biçmek. Kentli çocuklar meyve ağacından meyve koparmayı, tazecik biberleri dalından toplamayı bilmiyorlar, hayal bile edemiyorlar; ne yazık…

    Bizim ufaklıklardan şişko olanı, yani Pufi de doğa hayranı, kedi olmasa herhalde çiftçi falan olurdu. Eve gelen bütün çiçeklerin, bitkilerin tadına bakıyor, hatta bazen ölçüyü kaçırıyor o kadar çok yiyor ki o bitkiden geriye kuru bir dal kalıyor. Bizimkilerin gözü gibi baktıkları çok süslü, uzun boylu, upuzun yaprakları olan bir bitki almışlardı. Pufi gide gele yapraklarını bitirdi, zavallı bitki sonunda uzun bir sopa olarak kaldı ve kurudu. Ne yapsın tadını çok beğenmiş, kuruyup yok olacağını düşünememiş…

    Sağlıklı, neşeli bayramlar…