YUKARI

Öyküler

Yazar: Pakize İşcan | Eklenme Tarihi: 24 Ocak 2011

Kedici teyze

  • Şu kabarık saçlı teyzeyi seveyim mi sevmeyeyim mi karar veremedim gitti. Güya kedileri çok seviyor, bize yardım etmek istiyor ama neden bizi oradan oraya öyle kedi yavrusu gibi...

    –aa, demek bunun için diyorlarmış o lafı- taşıyıp durdu bebeklerimi doğurduğum günden beri.

    Nereden rastladık bu kadına yahu. Şu yandaki kahvenin dipteki odasında ne güzel keyfimiz yerindeydi. Kahvenin sahibi ihtiyar amca kızar sanmıştım önce ama merhametli biri çıktı, hemen su getirdi, biraz da süt koydu tasa. Önyargılı olduğum için utandım doğrusu.

    Ertesi sabah kapının önüne konulduk. Kahveye gelen gidenler kedi kokusundan şikayet ederler diye çekinmiş kahveci amca; konuşurlarken duydum. Benimkilere de kaç kez dedim: “Viyaklamayın sakın, soluğu çuvalda alırsınız yoksa.”

    Laftan anlar mı hiç şuncacık enikler; bari teker teker miyavlasalar... Biraz uzaklaşmayayım, koro halinde bağırışmaya başlıyorlar!

    Ah benim talihsiz başım, ne demeye altı enik birden yavrularsın! Daha kendim çocuğum ben. İşte akılsızlık etmenin sonu bu olur! Hadi bakalım git yemek aşır oradan buradan, memelerin süt dolsun, besle şu veletleri...

  • Kızıyorum mızıyorum ama onlar, benim yavrularım, hem de ilk göz ağrılarım. Baksanıza şunlara, çeşit çeşit, renk renk..Canlarım benim! O kabarık saçlı kadın da öyle diyor kahveciye, “amanın ne güzel bunlar! Kız, sen şuncacık halinle nasıl taşıdın bu kadar çok bebeği? Bak, bir deri bir kemik kalmışsın!”, hem benim başımı okşamaya çalışıyor hem de yakaladığı yavrumu mıncıklıyor.

    Mahallede adı “kedici teyze”ye çıkmış. Her sabah erkenden torbasına mama koyar, sokak diplerinde, park köşelerindeki hastalıklı, zayıf, çelimsiz arkadaşlarımızı beslermiş. Ama ben kendisini yeni görüyorum.

    Koca bir kutunun içine tıktı bizi, havasızlıktan boğuluyorduk neredeyse. Ben çıkabiliyorum ama minikler çıkamıyor; altı tanesini teker teker indirip bindirmek kolay mı kutunun tepesine? Yetmiyormuş gibi gecenin bir vaktinde, tam çocukları emzirdim doyurdum, uyutmaya çalışıyorum...., tepemizde onun sesi! Kiminle konuşuyor acaba diye bakacağım kutunun aralığından, üşendim. Akşama kadar kaç defa emiyorlar bu keratalar biliyor musunuz, iliğimi kurutuyorlar. Yorgunluktan pestile döndüm

    “Gel pisi pisi, gel canım, gel annelerin güzeli.”

    Şimdi zamanı mı, hadi hanım git uyu, sabah seversin bizi, diyorum ama dilimizden anlamadığı için şirinlik yapmaya devam ediyor.

  • “Yarın buraya, pazar kurulacak, görmezler o hoyrat herifler sizi, koca koca ayaklarıyla basarlar üstünüze, haydi, sizi şu kuytuya saklayalım hiç olmazsa pazar bitene kadar.”

    Demesiyle cazır cazır, sürüye sürüye bizi oraya taşımaya başlaması bir oluyor. Off! ne sivri taşları varmış bu sokağın, her yanıma battı! Çocuklar ne olduklarını anlamadılar ama kendilerini arabada mı sandılar ne, hemencecik uykuya daldılar.

    Kedici teyze, bizi genç bir kız sesine emanet etti, gitti. Dur, çıkıp bakayım kimmiş bu kız. Hımm, bu da kedi severlerden, mırıl mırıl seviyor beni.

    “Sabah sana süt getireceğim, bak maman da burada hazır, iştahlı iştahlı ye de bebeklerin çabuk büyüsün, e mi? Burada size bir şeycikler olmaz.” Bacaklarına süründüm teşekkür etmek için.

    Annesi seslendi yukarıdan bir yerden, gece kızlar dışarıda olmazmış, haydi hemen içeri gelsinmiş. İçeri girmeye pek niyeti yoktu ama akşam akşam sorun çıkarmak istemiyordu herhalde, gönülsüz gönülsüz girdi içeri.

    Hazır dışarı çıkmışken biraz etrafı kolaçan edeyim, dedim. Nerden geliyor o güzel koku? Ne kokusu bu? Pek de güzel. Sakın şu kutunun tepesindeki kırmızı kırmızı, kocaman açmış çiçeklerden geliyor olmasın? Dur, şu duvarın üstünden uzanıp da koklayayım.

  • Ahh!!! Neydi o burnuma batan!!!
    Diken mi dediniz!
    Bu kadar hoş şeyin böyle berbat zımbırtısı mı varmış?
    Uzaktan mı sevmek gerek?. Hay Allah, akşam akşam...

    Allahtan kız ertesi sabah erkenden geldi. Gözleri açık mıydı, değil miydi anlamadım; hem de pijamasıyla inmişti. Çocuklarımı görünce delirdi. O nasıl sevmek öyle! Tek tek okşadı onları, kucağına aldı. En çok da bana övgülü sözler söyledi: Ne güzel bir anneymişim, çocuklarıma ne de güzel bakıyormuşum...İşte halden anlayan, kıymet bilen birine rastladım diye keyiflendim.

    Daha kız ayrılmadan kedici teyze geldi. Hani şu kabarık saçlı kadın. Kız da teyzeden pek hoşlanmadı galiba, yüzünü ekşitiyordu onun söylediklerini dinlerken. Bu kadar bilmiş olmasından, her şeye burnunu sokmasından memnun değildi belki. Sonradan anladım ki, bunlar, bize sahip çıkma konusunda yarışa girmişler.

    Bir şeyi unutuyor bunlar maalesef, bizim hayatımıza bu kadar girerlerse ben çocuklarıma sokakta yaşamayı öğretemem.

    Tamam, çok teşekkür ederim, çok iyisiniz, ama bu tembeller işin kolayına kaçabilirler ve muhallebi çocuğu olurlar sonra. O zaman eyvah ki eyvah; sokakların kanunu var, çete gibi yetiştirmem lazım onları. Babaları gibi yani. Az efe değildi babaları.

    Gerçi, kör olmayasıca erkenden toz oldu, biraz daha göz kulak olsaydı ya bunlara. Tek başıma koydu gitti beni. Kimbilir hangi dişinin peşinde koşuyor şimdi. Az çapkın değildir, gözüne kestirdi mi, yandın. Çok dil döktüm ona, ben daha çok küçüğüm, çocuk mocuk bakamam diye. Dinler mi hiç!

    Al sana altı tane bebek!
    Hadi büyüt bakalım, kadın başına. Tek başına...

    Pakize İşcan