YUKARI

Öyküler

Yazar: Pakize İşcan | Eklenme Tarihi: 11 Haziran 2014

Simba ve Babalar Günü

  • Günler ne çabuk geçmiş öyle, buraya getirileli neredeyse iki ay olacak! İlk sıralar uzun uzun uyuklayıp durmama rağmen zaman geçmiyor gibi geliyordu, alıştıkça sanki bir sabah oluyor bir de akşam…

    Ben alıştım alışmasına da bizim çocuklar (benden epey küçük oldukları için onlara böyle diyorum) alışamadılar bir türlü varlığıma. Gerçi alışamayan belki de kızla damat bey olabilir; birbirimizi parçalarız sanıp hâlâ bizi karşılaştırmıyorlar; onlar kapının altından beni koklayıp duruyorlar ben de yatak odasında olta atmalara devam. Aslında bizimkilerin bilmeleri gereken önemli bir şey var: Beni yatak odalarında tutmakla kendilerine de zarar veriyorlar!

    Neden mi?

    Bir kere ben bol tüylü bir kediyim. Ayrıca, stresten mi ne buraya geleli beri daha fazla tüy döker oldum. Kız, odayı her süpürüşünde söyleniyor, “demek biz bu tüyleri gece uykumuzda da soluyoruz “deyip hayıflanıyor. Haklı, haklı olmasına da buna bir çözüm üretmeye kalkışmıyorlar. Gerçekten ben de onlara zarar vermek istemiyorum ama n’apiyim bol tüylerim varsa ve tüylerim de benden izinsiz sürekli ortalığa dökülüp duruyorsa, benim suçum yok ki bunda, benim doğal yapım bu.

    Bizim evden de henüz ses yokmuş, yıkılmamış bile. Geçenlerde üç günlük tatile gelmişti benimki, kızın yatak odasına (yani benim de yatak odam olan) çekilip biraz dertleştiler evin durumu ile ilgili; “uzadıkça uzadı şu iş, arkadaşlarımın yanında kalıyor olsam da insan kendi evini özlüyor” diyordu. Çok haklı, özlemez mi hiç, kendi evinde olduğun kadar rahat ve özgür olabilir misin başkalarının yanında? Ben de çok özlüyorum ama sabredeceğiz artık iklimiz de. Yeni cici evimize kavuştuğumuzda şöyle dillere desten bir parti veririz diye düşünüyorum. O gün gelinceye kadar buradaki zamanı da iyi değerlendirmek gerekli.

    Aslında burası sıkıcı bir yer sayılmaz. Burada da ilginç şeyler var; beni şaşırtan, neşelendiren…

    Bir kere evin bahçesi çok değişti; geldiğim günden beri. Baharın gelmesiyle birlikte, neler olmadı ki bahçede! Bahçe deyince sizin gözünüzün önüne ne geliyor bilmiyorum ama ben anlatayım, siz de hayal edin.

    Bahçe diyorsam öyle devasa bir şey değil burası ama ne ağaçlar var bir görseniz! Ben daha önce hiç dut ağacını görmemiştim biliyor musunuz? Tam karşıdaki koca gövdeli şey, dut ağacıymış. Üstünde tombul kurtçuklara benzer şeyler gözüme çarpmaya başladı iki haftadan beri; çiçek açıyor olmalı, dedim. Bu sabah bahçeye çocukların gelip de dut ağacındaki o beyaz şeylere yemeğe başlamalarından anladım ki onlar çiçek değil, dutun meyveleriymiş. Ama nasıl yemek o öyle! Göbekleri şişinceye kadar yediler. Ağaca çıkamayan biri vardı, o daha küçük galiba, durmadan, “Bana da atsanıza, hep kendiniz tıkınıyorsunuz” diye çıkıştıkça ağacın neredeyse en tepesine çıkan tombul oğlan, bastığı dalı sallamaya başladı. Dutlar da patır patır oğlanın önüne düştü. Oğlan çekirge gibi zıplaya zıplaya bulduğunu ağzına attı; kirli mirli demeden.

    Yan komşu bahçeden bir erkek sesi gürledi. Bir an ben de korktum. Çocukların kaçışmasından anladım adamın çocukları kovaladığını; biri nerdeyse düşüyordu telaşından. Bizimkiler de evdeydi o sırada - sahi onlar neden evdeydi? Ha, günlerden pazardı ve çalışmıyorlardı; çocukların da sabahın o saatinde orada olmalarının nedeni de okullarının olmamasıymış, şimdi jeton düştü bende. Kızdılar o öfkeli amcaya, “ne var sanki, çocuklar yeseler, meyveleri dalından yemenin tadını çıkarsalar, çocukluklarını yaşasalar” dediler.

    Çocuklar bir anda toz oldular.

    Bahçenin ağaçlarını konuşuyorduk değil mi?

    Dutun hemen yanındaki ıhlamur ağacıymış, bizim damattan duydum. Bütün bahçeyi kokutan oymuş. Haziran ayı geldi mi bütün İstanbul sokakları ıhlamur kokarmış. Benim kendi evimin önündeki kaldırıma dikilen ıhlamur henüz fidandı, kokulu çiçekler açması için biraz daha büyümesi gerekiyormuş. Acaba şimdi ne kadar büyümüştür? Yoksa su veren olmadı da kurudu gitti mi? İnşallah doğasever biri ona sahip çıkmıştır.

    Ihlamur ağacıyla kiraz ağacı komşu, yan yanalar. Kiraz ağacının çiçeklerini kaçırdım, şimdi üzerinde kirazları var. Henüz olgunlaşmamışlar yani kıpkırmızı değiller; biraz soluk kırmızı hatta bazıları sarı gibi görünüyor uzaktan. Eminim çocuklar o bağıran amcaya rağmen yakında kirazın tadına bakmaya geleceklerdir bahçeye.

    Baksınlar valla; keşke gözcülük edebilsem onlara da, korkmadan doya doya yeseler.

    Haziran ayını çok sevdim ben. Nedenini çoktan anladınız, biliyorum. Bu kadar güzel şey üst üste Haziran ayında oluyor da ondan. Güller Mayıs ayında tomurcuklanmaya başlarlar sonra Haziran gelince de hem rengârenk çiçekleri hem de kokularıyla ortalığı cennete çevirirlermiş. Bu bahçede bir sürü güller de var diyeceğim  de, “yok artık, bu kadarı da fazla!” diyeceksiniz diye çekiniyorum. İnanın yalan söylemiyorum. Hem neden söyleyeyim ki…

    Burası Yeşilköy. Adından belli, değil mi? Herhalde eskiden beri yeşilliği ve doğayı sevenler oturuyorlarmış burada. Bizim damadın çocukluğu burada geçmiş. Onun çocukluğunda da bütün sokaklar yemyeşil, bütün evler bahçeli, bahçelerde de çeşit çeşit çiçekler varmış. Bizim kız da sevdi buraları; o da annesi gibi ot, çiçek böcek hastası. Şehir çocuğu ama annesi belli ki çocukluğundan beri ona bu sevgiyi hem yaşatmış hem de aşılamış.

    Sevgi dedim de aklıma ne geldi bakın, şimdiki sohbetimizle pek ilgisi yok belki ama, aklıma düştü birden işte. Hepinizin bildiğinden eminim, Haziran ayının üçüncü Pazar günü “Babalar Günü”ymüş. Bizim kız dün akşam damat beye buruk buruk bir şeyler söylüyordu Babalar Günü ile ilgili. Kulak misafiri oldum konuştuklarına, ayrıca zaten biliyorum onların bu hikâyesini.

    Anlatayım mı?

    Bu tatlı kızın babasıyla annesi o henüz on iki yaşındayken ayrıldılar. Tamam, ailelerin ayrılması o kadar da dünyanın sonu değil ama çocuklar bundan çok etkileniyorlar o nedenle ayrılık sürecinde anne babanın çocukların bundan zarar görmeyecekleri şekilde davransalar ne iyi olacak. Ama maalesef kızın babası bu konuda çok duyarsız ve sorumsuz davranıp ikisini de çok üzdü; bütün o sıkıntılı günlerin tanığı benim. “İçimdeki baba sevgisini zedeledi, kapkara bir boşluk bıraktı geriye” dedi. “En zor günlerimde yanımda değildi, benim yerime tercih ettiği şeyler yıllarca canımı yaktı ama yine de onu yok sayamıyorum, saymak da istemiyorum, kendime yakıştıramıyorum” diye içini döküyordu.

    Babalar Günü’nde, babalarıyla mutlu bir şekilde yaşayanlar, çocukluk anılarında babalarıyla ilgili hoş anıları olanlar mutlu olurken, içinde sızıları olanlar ya da babaları hayatta olmayanlar hüzünlenecekler. Onların hayatlarında babalarının yerini dolduracak mutlaka mucizevi sevgiler vardır ya da olacaktır, umutla, inançla hayatlarında sahip oldukları başka güzel şeyleri düşünsünler.

    Ben bu özel günde çocuklarını sevgiyle, fedakârlıkla, kendisi kadar başkalarını, bütün canlıları düşünen, yaşadığı dünyada olup biten her şeye karşı duyarlılık ve sorumluluk taşıyan bireyler olarak yetiştiren babaların  “Babalar Günü”nü saygıyla kutluyorum.

    Çocuklarını üzen babalara da “Lütfen çocukları üzmeyin, iyi babalar olun” diyorum."