YUKARI

Öyküler

Yazar: Pakize İşcan | Eklenme Tarihi: 01 Haziran 2012

Kalp Atışları 2

  • O gittiğinden beri hiçbir şeyin tadı tuzu kalmadı sanki… Bu gelenleri de tanımıyorum. Üstelik adam ters ters bakıp duruyor.

    “Evin içinde hayvan mı olurmuş, ablam delirmiş olmalı,” diye homurdanıyor. Hiç arkadaşım kalmadı. Çok sıkılıyorum. Çook!!

    - Kim var orada? Kim o fısır fısır söylenen?

    Kim olacak, burada yalnız kalan kim var? Bir tek ben! Sen de kimsin?

    - Ben de yalnız sayılırım o gittiğinden beri. Kimsenin bana ihtiyacı yok artık. Balkon kapısının arkasına attı kız beni, buradan televizyonu da göremiyorum, arada bir kızla birlikte çizgi film falan izlerdik ama kızın da morali bozuk, o da okul çıkışlarında annesinin yanına gidiyormuş, hem dersler, hem onca yol, trafik derken pestil gibi dönüyor eve. Televizyon falan açmaz oldu.

    Gerçi ben onun odasındayken televizyon ne bilmezdim, onun öyle bir aleti yok. O aptal kutusunun karşısında zaman kaybedemem, ancak belgeseller falan izlerim, ayrıca haber kanallarının da ne kadar doğru bilgi verdiğinden emin değilim, derdi.

  • Ah ben aldım başımı gittim yine, kendi derdimi anlatma telaşına düştüm, beni bağışla, ayıp oldu. Ne diyordun sen, arkadaşsız kaldım, sıkılıyorum diyordun, değil mi? Hadi dök bana içini, ben de seni dinlerken ne çok şey öğrenirim kim bilir. Öğrenmek heyecan verici bir şey, sürekli merak etmeli, heyecan duymalı. Yoksa insan gelişemez. Tabii insanlar için gerekli, anladın değil mi? Arada bilgiçliğim tutar benim, hoş gör…

    Hadi, seni dinliyorum, anlat…

    Ben bu eve bebekken geldim, kız beni sokaktan buldu getirdi, bu kısmı sonra anlatırım. Benim derdim, ona ne olacağı ve onun yokluğu. O evdeyken bu ev güllük gülistanlık olurdu, neşesi, yaşam enerjisi her yana yayılırdı. Her şeyle herkesle konuşurdu, bakardı ve etraftaki her zerre mucizeymiş gibi ışıl ışıl gözlerle bakardı. Çiçeklere su verirken ne diller döker onlara. Her birine, tek tek…

    Sabah yataktan böyle mi kalkılır kardeşim, dipdiri kalkar, önce başucundaki radyosunu açar. Onun sevgilisi, Açık Radyo, akşam yatıncaya kadar açıktır. Alt tarafı bir pencere açacak, ne şarkılarla açar, penceresi sanki dünyaya açılıyor, öyle bir coşkuyla açar. Başkaları duymasın diye usul bir sesle, sokağı, kapının önündeki yaşlı akasya ağacını, sokağın başındaki görkemli caminin avlusundaki yüzyıllık çınarları selamlar, günaydın, der onlara. Radyosunun müzikleri onun şarkılarına karışır. Bana da geçer neşesi, fır fır kuyruk sallarım, şarkısını tam bilmesem de nın nın nın nın diye içimden eşlik ederim ona.

  • Şimdi evde sadece gürültü var. Sen de farkındasın değil mi? Üstelik sevmiyor bunlar beni, gelin hanım kum havuzundan kakamı temizlerken söyleniyor da söyleniyor, “Kapıyı açık unutmuşuz, o da kaçmış, hay Allah!” desek nasıl olur acaba, diye planlar bile yapıyorlar. Eski akılsızlığım olsa fırsat bilir kaçardım ama onu merak ediyorum, ayrıca o kadar alıştım ki, pencereden atsalar bacadan girerim. Dur ya ne bacası, bu evin bacası nerdedir bilmem ki ben. Ama o kaçma macerasını dur anlatayım da gül biraz…

    Geldiğim ilk sıralardı - daha gençtik tabii o zamanlar - bir yolunu bulup tüydüm evden. Ne oluyoruz dedim, ne bu hapsedilmek, eve tıkılmak. Bütün arkadaşlar sokakta. O hainler de sabah akşam pencerenin altına gelip beni fişekliyorlar. Kızlar desen akıl mı bırakıyorlar adamda. Ne cesaretsizsin diyecekler, dalga geçecekler diye fırsat kollayıp soluğu sokakta aldım. Hem de akşamı kolladım ki karanlıkta bulmaları zor olur diye. Daha on adım gitmedim yahu, ev halkı sokakta! “Simbaaaa! Gel oğlum nerdesin, Simbaaa!”

    “Evin önündeki arabanın altındayıııım!” mı diyeceğim yani. İyice yapıştım yere. Üstüme üstüme ışık tutuyorlar. Bizim sırık oğlan, - kızın sevgilisi - elinde koca bir fener arabanın altına girmeye çalışıyor. Girer de valla, dal gibi incecik. Ayrıca severim de herifi, benimle çok oynar, onunla erkek erkeğe her gelişinde boğuşuruz. Severim keretayı ama şimdi ne bu, dakka bir gol bir, yakalandık.

  • Hay Allah, tabii o zaman çok küçükmüşsün, akıl edememişsin. Sonra anladın ama değil mi böyle bir aile, böyle bir yuva bulmak bir nimet?

    Bak başka matrak bir hikaye daha…

    Kız muhabbet kuşu getirdi, hem kedisi, hem kuşu, hem de köpeği olsun istermiş. Annesi de seviyor hayvanları ama keşke onları doğal koşullarında bakma olanaklarımız olsa diye onu ikna etmeye çalışıyor sürekli ama kız tam bir hayvan delisi! Aman ne güzel eve bir arkadaş geldi derken, beni alt kata kapatmazlar mı. Daracık alanlara mahkûmiyet başladı. Çok sıkılmaya başladım. Hem de kızmaya… Nedeni neymiş biliyor musun? Onu yermişim! Yer miyim bilmiyorum, hiç kuşla baş başa kalmadım ve denemedim. Doğal yapımda varsa yerim belki, belki de yemem onun arkadaşlığı hoşuma gider, birbirimize konuşma bile öğretiriz? Ne bileyim ben, denemeden bilinmez ki.

    Dur dur, daha beterini anlatayım sana... Galiba yeni bir yaşına girmiştim, ortalığı kokutmaya başlamışım. Bunlar birden ortalığı koklayıp koklayıp bana kızmaya başladılar. Bana niye kızıyorsunuz, diyorum, benim elimde olan bir şey değil ki bu, hormonlarım çalışmaya başladı, ben de sizler gibi üremek, neslimizi sürdürmek istiyor olamaz mıyım?

  • Anne daha da telaşlandı, çünkü kızın bir iş yaptığı, yardım ettiği yok, bütün temizlik işi annenin üstünde, o yüzden hemen veterinere telefon açıp danıştı ne yapmamızı öneririsiniz diye. Veteriner de kısırlaştıralım isterseniz, demiş. Kız duyunca hüngür sümük, olmaaaaaaz! Onun baba olmaya hakkı var, bebekleri olsun, onları sevsin, büyütsün, ondan sonra kısırlaştıralım diye. Annesi hak vermiş. Arka bahçedeki “Nihal” ismini taktıkları tekir kızla bizi baş başa bıraktılar. İki ay kadar sonra biz anne baba olduk. Tek bir yavrumuz oldu. Zayıf mı zayıf, çelimsiz mi çelimsiz. Nihal’e pek belli etmedim ama içimden eyvah bu yavru yaşamayacak galiba dedim. Dediğim de çıktı, yavru ertesi gün öldü. En çok kız üzüldü buna. Bahçede Yasemin ağacının dibine gömdüler onu. Bu kız tembel membel ama çok güzel bir yüreği var.

    Bak buna üzüldüm işte. Ama doğanın kanununda yaşama uyum sağlayacak güçte olmayan canlıları baştan yok etmek varmış, biliyorsun değil mi. Böylesi akla yatkın.

    Biz de öyle düşündük. Sonra beni kısırlaştırdılar. Ama Nihal yılda iki kez hamile kalıp bir sürü yavru doğurdu; çoğu da yaşamadı, belki bu kuraldan ötürü.

  • Peki, dışarı çıkmama izin vermiyor olmalarına ne diyorsun? Neymiş araba maraba çarparmış, sokağın azgın kedileri gözümü falan çıkarırlarmış. Ne bu ya! Sokağı eşkıyalar sarmış da haberimiz mi olmamış. Hele bırakın beni, biz de öğreniriz elbet sokağın raconunu, gösteririz kendimizi alimallah! Ne bu böyle hanım evladı gibi evde pencerenin önünde oturup durmak. Hiç kendime yakıştıramıyorum, emekli amcalara döndüm, fona bir de Dede Efendi ‘den şarkılar koyun da olmayan aşklarıma hüzünleneyim bari.

    Ne çok doluymuşum ben, ağzımı bir açtım, pir açtım. Başınızı ağrıtmadım inşallah? Ama içimi dökecek birini bulunca coştum demek ki. Çok teşekkür ederim. Bu arkadaşlık ediş beni çok rahatlattı. Siz de bana anlatabilirsiniz, iyi bir dinleyici sayılırım, o da zaman zaman yalnızlığa kaptırıp kendini bana anlattığı olurdu, ama sakın kimseye söylemeyin de tuhaf gözüyle bakmasınlar ona.

    Onlar nereden bilecekler, dümdüz, sığ hayatları olanlar bu zenginliği. Sevgi zenginliğinin evrendeki canlı cansız her şeyi kapsadığını nereden düşünecekler! Onların kalpleri hırslarıyla körelmiş.

    Kalplerini hırstan, kinden, nefretten, sevgisizlikten koruyan bütün güzel insanlara selam olsun.

    Bütün canlılara şefkat duyan, onlara yaşama hakkı tanıyan, ayrımcılık yapmayan bütün güzel kalpli insanlara selam olsun.

    Görüşmek üzere…