YUKARI

Öyküler

Yazar: Pakize İşcan | Eklenme Tarihi: 02 Aralık 2011

Leyleklerin Dansı

  • Göçmen kuşlar çoktan şehrimizi, ülkemizi terk etti ama ben bugün size çok sevdiğim leyleklerden söz etmek istiyorum.

    Siz de göçmen kuşlara ilgi duyuyor musunuz bilmiyorum ama bizim gibi çocukluğu köyde, kırda geçen bütün çocuklar için onların sürüler halinde gelişlerini görmek bayram sevinci uyandırırdı. Bugün, kentlerde yaşayan siz çocukların aşırı insan kalabalıkları ve sayıları her gün artan gökdelenlerin arasında, doğadan ne denli uzak kaldıklarını biliyorum.

    Ben hâlâ, her bahar gelişinde, havalar ısınmaya başlayınca gözümü gökyüzüne dikiyor, leyleklerin dönüşünü bekliyorum. Hem de çocuksu bir heyecanla… Sanki onlar da benim beklediğimi biliyorlarmış gibi hem o ilk geliş hem de geriye dönüş seremonilerini bana mutlaka gösteriyorlar.

    Ağaçlar tomurcuklanmaya başlamaya görsün, ta uzaklardan, gökyüzünün derinliklerinden kocaman bir siyah bulut gibi görünüyorlar. Döne döne uçuyorlar İstanbul'un göklerinde. Ne şekiller çiziyorlar gökyüzünde görmelisiniz; tavşancıklar, heybetli bir aslan yüzü, upuzun boynunu sanki bulutlara değdirmek isteyen bir kuğu, kıvırcık saçlarına kurdeleler bağlamış bir kız çocuğu, yaşlı bir kaplumbağa, daha neler neler...

  • Ne olur, şimdiye kadar leyleklerin, kırlangıçların sürüler halinde İstanbul’a gelişlerini ve sonra da havalar soğumaya başladığında ayrılışlarını görmediyseniz önümüzdeki yıl mutlaka seyredin; göreceksiniz ne çok eğleneceksiniz. Onların nasıl oluyor da böylesi mükemmel bir düzen içinde ve bir arada, böyle görkemli bir gösteri yaptıklarına inanamayacaksınız! Sanki gökyüzü tuval, onlar da ressam, bütün hünerlerini gösteriyorlar İstanbullulara! Ama sadece kendilerini fark edenlere, yollarını gözleyenlere tabii…

    O anki sevincimi tahmin edersiniz değil mi? Çocuklar gibi ellerimi çırpmak geliyor içimden. Sadece ellerimi çırpmak mı? Kanatlarım olsun diyorum, çırpayım onları, havalanayım, ben de kuş olayım, leylek olayım, danslarına katılayım…

    Gidişlerini de kaçırmıyorum leyleklerin, onları uğurluyorum her seferinde. Dalgınlığıma gelecek de unutacağım, vedalaşmadan gidecekler diye telaşlanıyorum. Belki tuhaf bulabilirsiniz ama ben yine de anlatacağım. Olağan, günlük yaşamın içinde akıp giderken birden içimde bir ses, "kaldır başını, bak gökyüzüne, gidiyor seninkiler" diyor.

    Kaldırıyorum, gökyüzü karınca istilasına uğramış gibi; binlerce siyah noktacık! Şekilden şekle giriyorlar. Bekliyorlar diğerlerini. Belli ki bizim bilmediğimiz bir sırla haberleşiyorlar! Toplaşacaklar bildikleri disiplin ve düzen içinde, geldikleri sıcak ülkelere yiyecek bulmak, çoğalmak, hayatlarını sürdürmek üzere göç edecekler.

  • Şimdi söyleyeceğim şeye eminim güleceksiniz. Olsun, anlatayım da gülün. Bizim çocukluğumuzda yeni doğan bebekleri leyleklerin getirdiğini söylerlerdi. Pek aklımıza yatmazdı, nasıl olur da leylek, gagasında bebeği taşıyabilir diye düşünürdük. Yine de annemiz babamız söylediğine göre doğru olabilir mi acaba diye ikircikli kalırdık. Şimdi sizler öyle çok bilgiye o kadar erken yaşlarda ulaşıyorsunuz ki böylesine cahilce bir şeyi söylemeye kimse cesaret edemez size...

    Biraz daha komiğini sonraya sakladım. Merak ediyor musunuz?

    Yine bizim çocukluğumuzda kızlar, leyleği gördüklerinde hemen saçlarını çekiştirirler, aşağıya doğru çekerlerdi. Neden mi? Nedeni çok saçma, komik, çok çocukça. Leyleği gördüğün anda saçlarını çekersen kolay uzarmış. Kızlar da uzun saça oldum olası meraklıdırlar. Şimdi de öyle galiba, ne dersiniz? Bütün masal kahramanlarının, prenseslerin, perilerin saçları uzundur ya!

    Son bir inanıştan daha söz edeyim size. Bu, diğerlerine göre biraz daha masum geliyor bana. Güya, leyleği havada görürsen o yıl çok seyahat edeceksin demekmiş; tersine, leyleği uçarken değil de konar durumda, yuvasında ya da yerde gördüğünde, o yıl sana yolculuk yok demekmiş. Leyleği havada görmek için nasıl da can atardık bilemezsiniz. Yolculuklara çıkar mıydık, bugün hatırlamıyorum.

    "Leyleğin ömrü laklakla geçer" diye bir atasözü hatırlıyorum yine çocukluk günlerimden kalan. Hiç sevmezdim bu lafı. Ne kötü bir benzetme! Durmadan konuşan, atıp tutan aylak insanlar için söylerlerdi bu sözü ama niye leylekleri alet ediyorlardı ki? O harika, o neşeli takırdama için hiç böyle bir benzetme yakışıyor mu Allah aşkına, siz söyleyin?

  • Leylekler bana zarif yaratıklar gibi gelir; upuzun bacaklarına, bacaklarının rengine, siyah-beyaz tüylerinin uyumuna bayılırım! Kırlarda koşup koşup da havalanışlarına, gökyüzünün mavi derinliklerinde süzülüşlerine nasıl hayran olunmaz!

    Bizim önümüzdeki sokakta oturan emekli Komiser Ahmet amcaların bahçesindeki kavak ağacının tepesine her yıl bir leylek gelirdi. Oradaki eski yuvayı önce tamir ederdi, çalı çırpı taşıyarak kendine yeni bir yuva yapardı. Sanki aynı leylek geliyor sanırdım. Sanki bizim köyü, bu kavak ağacını ve yuvasını tanıyor duygusuna kapılırdım. Hangi arada kendine sevgili bulurdu, hangi arada yumurtlardı bir türlü anlayamazdık. Bir bakardık ki, yuvadan cırıltılar geliyor! Bebek leyleklerin sesleri!! Annelerinin, babalarının onları besleyişini sessizce izlerdik, onları ürküteceğiz diye korkumuzdan nefeslerimizi tutardık.

    En çok Salih'le benim ilgimi çekerdi leylekler. Salih, ilkokul sıra arkadaşım benim. Tembelin teki. Derslerle arası kötüydü ama sanki hayvanbilimciydi. Kopan solucanları, yaralı kertenkeleleri iyileştirmeye çalışırdı. Hiç korkmadan neredeyse bütün hayvanları eline alabilirdi. Onları beslerdi, ne yer ne içerler bilirdi. Ben de leylekler gibi uçabilirim diye tutturdu bir gün.

    Saçmalama, dedim, onların kanatları var, bizim yok. Bir iki denedi. Koştu, koştu, kollarını iyice açtı, havalandı ama yere kapaklandı.

  • Kafaya takmıştı ama.

    Ertesi gün kolları bol büzgülü bir gömlek giymiş, içine hava dolarsa uçarmış belki. “Annene söyleyeceğim seni” dedim. Baktım korkmuyor, sınıfta öğretmene şikâyet ettim. Öğretmenimiz de Sevim Hanım; ciyak ciyak tiz sesiyle sürekli bağıran, korktuğumuz bir öğretmen. “Deli misin oğlum sen, kalk tahtaya!” dedi. “Anlat, nasıl olacak bu uçma işi?” Salih de saf saf başladı anlatmaya, hem bir yandan da gösteriyor hareketleriyle. Sınıf kırılıyor onun saflığına. O zaman çok üzüldüm onun mahcup olmasına neden oldum diye.

    Sonra bir gün, Ahmet amcaların evinin önündeki tarlada anızları yakarlarken yangın rüzgar yüzünden hızla ilerledi ve kavak ağacına sıçradı. Ahmet amcalar da aksi gibi o gün evde değiller! Leylek yavruları çığırışıyorlar! Yanacaklar!

    Salih, yangın mangın dinlemeyip soluğu kavak ağacının tepesinde aldı. Yavrulardan ikisini kurtardı ama diğer yavrunun gözlerinin önünde yanmasına engel olamadı.

    Salih bir daha leylekler gibi uçmak istemedi…