YUKARI

Öyküler

Yazar: Pakize İşcan | Eklenme Tarihi: 30 Mayıs 2011

Şirin

  • Ne çok seviyordu onu! Kimseler bilemezdi! Elinden gelse dama taşınacak, onun yanında uyuyup uyanacaktı. Olmazdı elbette, bunu akıl edebiliyordu. Ama İçi içine sığmıyordu sevgisinden; o bu eve geldiğinden beri. Annesinden bile çok seviyordu belki...

    Annesi kendisini bu kadar sevmiş miydi acaba?

    Yahu daha geçen ayın sonunda doğmamış mıydı bu şirin yaratık..Nasıl bu kadar hızlı büyüyordu, aklı almıyordu! Doğarken hiç sorun yaratmamış, kerata, önce başını uzatmış, ardından da kolaycacık babasının ellerine hoop diye kayıvermişti..Mucize gibi gelmişti Ayşe'ye onun dünyaya gelişi. İyi ki babası doğum anını izlemesine izin vermişti. Anneliğin ne olduğunu biraz anlamıştı işte o zaman..

    Acaba annesi de onu böyle mi doğurmuştu?

    Yaramaz şey, emmeyi nerden öğrenmişti, nasıl becermişti hemencecik! Obur olacağı daha ilk günden belliydi..Baksana, aklına estikçe annesini emiyordu, annesi de hiç kızmıyor, her türlü şımarıklığına göz yumuyor hatta kuyruğunu sallayarak o da katılıyordu yavrusunun zıpırlıklarına.

  • Onun annesi de kendisini böyle nazlar mıydı acaba, sever miydi?

    Kız mı, erkek mi çok merak etmişti. Babası da, senin gibi şirinin teki, demişti..İşte o gün, oracıkta adını koymuştu sıpasının. Şirin. Ona da en çok bu ad yakışırdı doğrusu. Adını da çabucak öğrenmişti zeki şey! Ne zaman Ayşe elinde yiyecek leğeniyle gelse, "Şirin! Şirin!" diye seslense, sıpacık annesini emiyor bile olsa, emmeyi bırakıp hoplaya zıplaya Ayşe'nin yanına geliyor, orasına burasına sürtünüyordu sevgiden, sevinçten.

    Ayşe de, “bak oburcuk, laleden daha kırmızı, baldan daha tatlı karpuzlar getirdim sana”, diye onu kışkırtırdı..Karpuzları kesmeyi beceremeye beceremeye ufak parçalara böler, sıpasını avucundan beslerdi. Sıpası bayılırdı serin sulu karpuzları şapırdata şupurdata yemeğe. Ayşe de onun bu iştahlı yiyişine kendini kaptırıp bir sanaaa, bir banaaa diye diye o da yerdi sıpasıyla birlikte.. İyi ki babası görmüyordu bunları. Görse de kızmazdı ki zaten.

    Şirin'den ayrı zamanı geçmezdi Ayşe'nin, arkadaşlarıyla evcilik oynarken bile Şirin'i oyuna katardı.
    Gece yatağa girmeden önce, dama gider, babasının tuttuğu el fenerinin ışığında Şirin'i bulur, öper, okşar yatağa öyle girerdi.

  • İşte, bu onun ilk ayrılışıydı. İzmir'e hastaneye götürüyordu babası onu. Ameliyat olması gerekiyormuş ama çok uzun sürmeyecekmiş bu ayrılık.İnandı babasına tabii. Hiç yalan söylediğini görmemişti şimdiye kadar. Evden çıkmadan bir kez daha, Şirin'i sıkı sıkı tembihledi, "anneni üzme, çabuk büyü, hastalanma sakın, beni bekle, unutma ha!". Babasının alay etmeyeceğini bilse, "bana mektup yaz", bile diyecekti!


    Babası bu sefer yalan söylemişti! Çünkü, hastanede günlerce, günlerce değil, haftalarca, hatta daha çok, çok, ama çok uzun kalmıştı. Onların koğuşuna bakan Hakkı amcası, "Kız sen, ne çok büyüdün, koca kız oldun bu bir yıl içinde!", demişti de, o zaman daha çok anlamıştı ne kadar uzun kaldığını..

    Olsun, bir yıl, mir yıl; geçti ya, ona bakalım. İşte dönüyoruz! Şirin kocaman olmuştur, beni unuttuysa küserim, diye karnından konuştu durdu tren yolculuğu boyunca. Babasıyla tek kelime konuşmadı..Kararlıydı, konuşmayacaktı. babası ortalığı yumuşatmak için ağzını açacak olsa, gözlerini yumup, uyuyor numarası yapıyordu. Ona çok kırgındı, kızgındı. Yalan söylemişti çünkü. Hem gözlerini kapatınca Şirin'i daha iyi görebiliyordu hayalinde; bütün şımarıklıklarını, yaramazlıklarını...

    Yol da bitmek bilmedi, uzadıkça uzuyordu sanki.

  • Bahçe kapısını açıp doğruca soluğu damda aldı, Şirin ortalıklarda yoktu. Annesi sıcaktan bunalmış duvarın dibinde ölü gibi serilmiş yatıyor ama Şirin yoktu yanında! Buna bir anlam veremedi önce, saklandı, bana oyun yapıyor, diye düşündü. Her yeri aradı; saman yığının ardını, odunların, eski sandığın oraları, her yeri karış karış aradı. Yoktu. Daha sokaktan tanırdı Ayşe'nin ayak seslerini, burada olsa bu kadar sessiz kalırmıydı hiç.

    Babasının karşısına dikildi. Eşyaları yerleştiriyordu babası; yüzünde de tuhaf bir ifade; Ayşe'nin anlam veremediği. "Şirin damda yok!, göremedim!, bulamıyorum!, nerde?" diye ard arda sıraladı soruları. Babasının yüzünde tuhaf bir suçluluk duygusuyla susuyordu. Susuyordu da susuyordu. “Nerede benim Şirin’im?”, diye yalvarır gibi bir daha sordu Ayşe yüzünü babasının yüzüne iyice yaklaştırarak,

    “Senin hastane masraflarını ödemekte zorlanınca sattık.” Yer yarılsa da içine girsem der gibiydi babasının sesi.

    Duydukları doğru olamazdı! Şirin'e kavuşmanın hayaliyle katlanmıştı o upuzun hastane günlerine. Sicim gibi sessiz gözyaşları döktü.

    Ertesi gün de ağladı damın boşluğuna bakarak.
    Günleri günleri kovaladı, Hayat Ayşe’nin hayatına yeni güzellikler katarken
    Şiirin onun anılarında kaldı bütün şirinlikleriyle..

    Pakize İşcan