YUKARI

Çevre Koruma

Yazar: Kerem Okumuş | Eklenme Tarihi: 06 Ocak 2008

AB Çevre Mevzuatı ve Türkiye’nin Uyumu

  • Avrupa’da çevre koruma politikaları 1987 yılında Avrupa Tek Senedi ile anlaşma metinlerinde yer almaya başlamıştır. 1992 Avrupa Birliği ve 1997 Amsterdam anlaşmaları ile çevre politikaları sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde çok daha güçlü bir şekilde hukuki güvence altına alınmış ve çevre politikalarının diğer alanlarda geliştirilecek ortak politikalara entegre edilmesi öngörülmüştür.

    Bu durum, artık AB Çevre Mevzuatı’nın, 36 ana başlık altında yürütülecek AB’ye üyelik müzakerelerinde öncelikli olarak değerlendirilmesini gerekli kılmakta ve çevre koruma politikalarının KOBİ’ler, Sanayi, Tüketicilerin Korunması ve Sağlık, Enerji, Ulaştırma, Ortak Tarım Politikası gibi diğer müzakere alanlarında uyumlaştırılacak ulusal mevzuatlara entegre edilmesi beklenmektedir. Bu bağlamda, AB çevre mevzuatının diğer tüm AB politikaları ile kesişen bir yapısı bulunmaktadır. Çevrenin en öncelikli müzakere alanı olarak belirlenmesi müzakerelere önemli bir hız kazandıracaktır.

    AB, 1970’li yıllarda çevre koruma politikalarını daha çok iç pazarda belirli bir rekabetin sağlanabilmesi için geliştirmiş, ancak daha sonra ortaya çıkan global çevre problemlerine (ozon, iklim değişikliği, vb.) çözüm üretmek amacı ile hem kendi sınırları içerisinde hem de uluslararası alanda birçok inisiyatifi başlatmış ve bu süreçlere öncülük etmiştir. Özellikle, 1990’lı yıllarda, çevre alanında geçmiş kırk yılda uygulamaya koyduğu çevre koruma politikalarından çok daha fazlasını gerçekleştirmiştir. Bugün, AB’ye üye olan ülkelerin çevre politikalarının %80’i Brüksel’de kararlaştırılmaktadır. Bu dinamik yapı içerisinde üye ülkeler, şirketler ve diğer tüm sosyal paydaşlar sürece paralel olarak uyum çalışmaları içerisinde yer almışlardır. Türkiye’nin AB uyum sürecinin müzakereler ile daha da yakınlaşması, bu sürecin aynı hız ile ülkemizde de yaşanmasını beraberinde getirecektir.

    AB, son genişleme öncesi gerekli olan uyumun sağlanabilmesi için 2000-2006 yılını kapsayan, ISPA adı altında oluşturduğu mali fon ile söz konusu ülkelerde alt yapı yatırımlarının finansmanına belirli ölçüde katkı sağlamıştır. Ancak yapılan hesaplamalara göre AB çevre müktesebatına tam uyum için gerekli olan toplam yatırımların finansman ihtiyacı 2004 yılında üye olan 10 ülke için 120 ila 140 milyar € arasında hesaplanmıştır. Buna bağlı olarak, tam uyumun gerçekleşmesi yolunda sadece ISPA programı kapsamında verilen yardımlar yeterli olmamaktadır. Gerekli mali kaynağın ulusal ve uluslararası piyasalardan sağlanabilmesi amacı ile bazı ülkelere 2017 yılına kadar geçiş süreçleri verilmiştir. Türkiye’de ise net bir rakamın şu ana kadar belirlenememesine karşın, son çalışmalar gerekli yatırımların maliyetinin 70 ile 90 milyar € arasında olacağını göstermektedir. Bu miktarın 50 - 60 milyar €’su devletin ve yerel yönetimlerin yapması gereken yatırımlardan oluşmaktadır; geri kalan kısmının ise Türk iş dünyasının tarafından karşılanması gerekmektedir. Fakat şu da unutulmamalıdır ki, 2002 yılında yapılan bir çalışmaya göre AB çevre müktesebatının tam uyumu, Türkiye’ye maliyetinin en az dört katı kadar fayda sağlayacaktır (daha az sağlık harcamaları, eko-verimlilik, kaynakların verimli kullanımı, vb.)

  • AB çevre müktesebatına uyum sürecinin sadece hükümetlerin, özel sektörün ya da belediyelerin içinde olacağı bir süreç olmakla kalmayıp, gerekli toplumsal desteğin sağlanabilmesi için sivil inisiyatifin ve sivil toplum kuruluşlarının da söz konusu sürece katkı yapması gerekecektir. Yerel düzeyde uygulanacak her türlü yeni politikanın halk tarafından benimsenmesi sadece uygulamanın başarısının değil, AB’nin “kirleten öder prensibi”nden yola çıkarak yatırımların finansmanı için de gerekli sürecin önemli aşamalarından biri olacaktır. Diğer yandan, AB ile uyumlu çevre politikaları, gerek kıt kaynakların verimli kullanılması, doğa koruma çalışmalarının tavizsiz sürdürülmesi, temiz üretim süreçlerinin desteklenmesi, gerekse sosyal açıdan insanların daha yaşanabilir bir dünyada hayatlarına devam etmesi için çok önemli bir sıçrama taşı olarak benimsenmelidir.

    İşte bu nedenle, Avrupa’da olduğu gibi, Türkiye’de sürdürülebilir kalkınmanın desteklenmesi ve ardından AB uyum süreci çerçevesinde çevrenin korunması en öncelikli iki politika alanını oluşturmaktadır. Bu çerçevede, şirketlerin sosyal sorumluluk projeleri ile bu süreci hızlandırması, Türkiye’nin geleceğine çok önemli bir katkı sağlayacaktır. Aynı zamanda, büyük boyutlu şirketlerle stratejik işbirlikleri yaparak gerekli olan ara ürünü sağlayan KOBİ’lerin de bu süreç içerisinde tüm değişikliklere paralel olarak yeniden yapılanma süreçlerine girmeleri gerekmektedir.

    Bugün, AB’de global ihtiyaçlara da cevap vermeyi amaçlayan en çok politika ve hukuki mevzuat çevre alanında görülmektedir. Bu nedenle, gerek ulusal gerekse uluslararası şirketlerin Türkiye’de söz konusu alanda, özellikle sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde yeni projeleri desteklemesi ve bu kapsamda halkın bu sürece katkısını sağlayacak ve sivil inisiyatifin kapasitesini kuvvetlendirecek yeni girişimlere de ön ayak olması büyük bir katkı getirecektir.

    AB çevre mevzuatı 300’ün üzerinde yönerge ve yönetmelikten oluşmaktadır. Türkiye gibi müzakerelere yakın bir süre içinde başlaması beklenen bir ülkede, söz konusu hukuki mevzuatın iç hukuk sistemine geçirilmesi ile birlikte, uygulamaya dönük tüm yatırımlarda belirli bir süre içinde uygulanması gerekmektedir. Daha önce üye olan ülkelerden edinilen deneyimlere göre, AB çevre mevzuatının büyük mali kaynak gerektiren ağır yatırımlarının (atık su arıtma tesisleri, düzenli çöp depolama alanları, vb. gibi) tamamlanması için müzakerelerde çeşitli “derogasyonlar” yani geçiş süreçleri talep edilebilmektedir. Bu nedenle, Türkiye’de AB çevre mevzuatının uygulanabilmesi, yatırımların, ulusal dinamiklerin ve ekonominin dikkate alınarak kısa, orta ve uzun vadeye yayılması ile mümkün olabilir. Fakat, bu geçiş süreçleri için, gerekli mali ve idari planlamanın, sektörel etki analizlerinin yapılması şarttır.

  • AB çevre mevzuatı, çeşitli mekanizmaları kullanarak Birlik içerisinde uyumlu bir koruma politikası geliştirmiştir. Aslında 300 yönerge ve yönetmelikten oluşan söz konusu mevzuatı basitçe iki ana başlık altında değerlendirmek doğru olacaktır:

    • Mevzuatlar ile belirlenmiş genel çevre koruma politikalarını belirleyen düzenlemeler (örnek: hava ve su kalitesi yönergeleri)
    • Çeşitli emisyon oranları, deşarj limitleri, ürün standartları ve belirli kirletici partiküllerin azatlımı, vb. gibi teknik mevzuatlar

    Bu çerçevede, zaman içerisinde geliştirilmiş AB çevre mevzuatı makro düzeyde değerlendirilebilecek genel çevre koruma politikalarını kapsadığı gibi, çok detaylı ölçümlemelerin yer aldığı teknik mevzuatları da içermektedir. Ancak AB mevzuatının genel yapısına baktığımızda, 300’ün üzerindeki tüm yönetmelik ve yönergelerin çok karmaşık bir yapı oluşturduğu düşünülse de aslında tüm mevzuat dokuz ana alan altında gelişmiştir:

    1. Yatay Yönergeler (Çevresel Etki Değerlendirme, Çevresel Bilgiye Ulaşım, vb.)
    2. Hava Kalitesi Yönergeleri (Hava Kalitesi Çerçeve Yönergesi, vb.)
    3. Atık Yönetimi Yönergeleri (Düzenli Depolama, Tehlikeli Atık, Atık Yağlar, Ambalaj ve Ambalaj Atıkları, vb. Yönergeler)
    4. Su Kalitesi Yönergeleri (İçme Suyu, Kullanma Suyu, Yüzey Suları, vb.)
    5. Habitat / Doğa Koruma Yönergeleri (Nesli Tehlikede Olan Canlılar, Habitat, vb.)
    6. Sanayi Kaynaklı Kirlilik ve Risk Yönetimi (Entegre Çevre Kirliliği Kontrol ve Önleme Yönergesi, Büyük Yakma Tesisleri, SEVESO, vb.)
    7. Kimyasallar ve GDO’lar
    8. Gürültü Kirliliği
    9. Nükleer Güvenlik ve Radyosyon Önleme

    Yukarıda kısaca değerlendirdiğimiz AB çevre mevzuatının, Türkiye gibi üyelik müzakerelerine başlayacak bir ülkede üç aşamalı bir uyum sürecinden geçmesi gerekmektedir.

    • Mevzuat Uyumlaştırması: AB çevre mevzuatının tüm şartları ulusal mevzuata uygun hale getirilmelidir. Bu süreçte dikkat edilmesi gereken en önemli nokta AB mevzuatının büyük çoğunluğunun yönergelerden oluşmasıdır. Böylece, Türkiye gerekli olan uyumlaştırma çalışmalarında hukuki, kurumsal ve idari yapılanmasına uygun olarak ilgili yönergenin nihai amacına ulaşacak her türlü metodolojisini kendi belirleyebilme hakkına sahiptir. Bu da Türkiye’ye doğrudan tercümeden çok, her bir yönergeyi ulusal yapıyı dikkate alarak uyumlaştırması olanağı tanımaktadır.

    • Mevzuatın Uygulanması: Ulusal hukuka uyumlaştırılmış mevzuatın yetkili otoritelerce uygulanması uyum sürecinin en önemli aşamasıdır. Söz konusu mevzuatın uygulanabilmesi için ilgili otoritenin kapasitesinin ve altyapısının geliştirilmesi, ilgili otoriteye yeterli bir bütçenin tahsisi ve mevzuata uygun yönetmelik çıkarabilme yetkisi verilmelidir.

    • Yaptırım: Mevzuatın uygulanmasına yönelik kontrollerin yapılması ve mevzuata uygun uygulamaların yapılmadığı zamanlarda cezaların verilmesi gerekmektedir.

  • Bu zamana kadar yapılmış çalışmaları göz önünde bulundurduğumuzda AB çevre müktesebatına uyumun sağlanmış olduğunu söylemek gerçekten uzak olur. Aslında, konuyu AB çevre mevzuatının uygulanmasında önemli rolleri olan üç kurumsal yapı çerçevesinde değerlendirmekte fayda var: Devlet kurumları, belediyeler ve özel şirketler. Ancak sorunun geneline baktığımız zaman yazıyı kısa tutmak amacı ile değerlendirmeyi Türk iş dünyası ile sınırlamak diğer alanlarda yapılacak çalışmalara da ışık tutacaktır.

    Türkiye’de tüm şirketlerin %99’u KOBİ düzeyinde değerlendirilmektedir. Bu kurumsal yapı aslında AB uyum sürecinde değişimin çok daha kolay olabileceğini göstermektedir. KOBİ’lerin dinamik yapısı, değişen iş süreçlerine ve mevzuatlara çok daha kolay cevap verebilme imkanı yaratmaktadır. Bu nedenle, teorik olarak firmaların, AB uyum sürecinde gerekli olan değişimleri hızlı bir süreçte gerçekleştirmelerini beklemek gerekir. Ancak, pratikte karşılaşılan zorluklar çok fazladır. Özellikle mali yetersizlikler, gerek ulusal gerekse uluslararası kredi imkanlarından yararlanamamaları, kalifiye iş gücünün ve teknoloji kullanımının azlığı, AR&GE çalışmalarının bulunmaması, dış pazarlara yönelik üretim ve hizmetin sağlanamaması AB sürecinde çevre müktesebatına uyum çalışmaları sırasında karşılaşılacak başlıca sorunlar olarak gözükmektedir.

    Türk şirketlerine, AB uyum sürecinde en önemli aşama olan mevzuatın uygulanmasında çok önemli roller düşmektedir. Hükümet tarafından ulusal mevzuata geçirilecek tüm ilgili uygulamalar, şirketler tarafından uygulamaya dönük çalışmalar ve yatırımlar ile gerçekleştirilebilir. Bu nedenle, şirketlerin özelikle AB çevre mevzuatına uyum konusunda çok ciddi yaklaşımlar sergilemeleri gerekmektedir. Çünkü AB üyelik müzakereleri başladıktan sonra gerçekleştirilecek her türlü uyum çalışmasının sonunda ilgili yatırımı yapmayan şirketlerimiz sadece AB ülkelerine ihracat yapabilme imkanını kaybetmiş olmayacak, aynı zamanda Türkiye içerisinde ticaret yapabilme olanaklarını da kaybetmiş olacaktır. Ancak, en önemli noktalardan bir tanesi ilgili otoritenin gerekli mevzuatların uygulanması konusundaki yaptırımları eşit bir şekilde tüm ülke içerisinde uygulamasının şart olduğudur. Aksi takdirde, ilgili mevzuata uygun yatırımını yapmış bir şirket ile bu yatırımı yapmadan üretim yapan bir şirket arasında çok büyük oranda haksız bir rekabet ortaya çıkacaktır. Tabii, konuyu AB’nin tümünde Avrupa tek pazarının bir parçası olacağımız için haksız rekabetin önlenmesi amacıyla aynı hassasiyet ile değerlendirmek gerekmektedir.

  • Gerçekçi bir bakış açısıyla, söz konusu yatırım maliyetlerinin karşılanması için ulusal mali imkanlar yeterli olmayacaktır. Bu nedenle, AB (katılım öncesi mali yardımlar) ve Dünya Bankası gibi uluslararası kaynaklardan faydalanabilme imkanları yaratılabilmeli ve aynı zamanda Avrupa Yatırım Bankası ve Uluslararası Finans Kuruluşları gibi uluslararası finans çevrelerinden doğrudan orta ve uzun vadeli kredi kullanımının artırılması gerekmektedir. Ancak, AB’nin mali yardımlarının hiçbirisinin özel şirketlerin yatırımlarının finansmanı için kullanılamayacağını belirtmekte fayda vardır. Bu mali yardımlar, genelde devlet kuruluşlarına ve yerel yönetimlere verilmektedir. Özel şirketler bu süreçte yatırımların finansmanı için ulusal ve uluslararası piyasalardan kredi imkanlarını araştırmak zorunda olacaklardır.

    Diğer yandan, çevre için yapılan yatırımları AB uyum sürecinde ek bir maliyet olarak görmekten çok, sürdürülebilir kalkınmanın bir parçası olarak, uzun dönemde üretim sürecinde verimliliğin artırılması, kaynakların verimli kullanılması, atık miktarının ve dolayısıyla arıtma maliyetlerinin azaltılması, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanması yoluyla ilgili maliyetlerin düşürülmesi için bir fırsat olarak değerlendirmek gerekir.

    Ülkemizde tüm sektörlerde faaliyet gösteren şirketler öncelikle kendi sektörleri ile ilgili uygulamaya girecek AB mevzuatlarından haberdar olmalı ve ilgili yönergelere yönelik çalışmaları bir an önce başlatarak girilecek yükümlülükleri önceden bilmelidir. Çünkü AB üyeliğine giden yolda uygulamaların denetlenmesinde ve ilgili yaptırımların uygulanmasında artık sadece ulusal otoriteler değil, Avrupa Komisyonu da AB mevzuatlarının doğru bir şekilde yerine getirilip getirilmediği konusunda kararlar almaya yetkili olacaktır.

    Diğer yandan, şirketlerde, AB içerisinde geliştirilen yeni politika yaklaşımlarını çok dikkatli bir şekilde takip etme imkanı yaratılmalıdır. Örneğin, AB şu anda “Green Procurement” adı altında uygulamaya koyacağı yeni çevre politikası ile kamu ihalelerinde çevre ile dost ürün ya da hizmetin sağlanmasını zorunlu bir kriter olarak belirlemek için çalışma yapmaktadır. AB’de kamu alımlarının AB’nin GDP’sinin %16’sını oluşturduğunu göz önünde bulundurduğumuz zaman, bunun tüm sektörleri derinden etkileyecek bir süreç olacağı çok açıktır. Artık, üyelik müzakerelerine başlayacak bir ülkede söz konusu politikaların belirli bir zaman içerisinde uygulamaya konması Türk şirketlerini de yakından ilgilendirecektir.

    Özel sektöre ilave olarak daha büyük altyapı yatırımlarının da kamu sektörü yani belediyeler tarafından yapılması gerekmektedir. Bu yatırımlar olmadan özel sektörün yapacağı yatırımlar da sınırlı kalacaktır. Bu nedenle, özellikle, su temini, kanalizasyon sistemlerinin ve atık su arıtma tesislerinin yapılması ve düzenli depolama alanlarının inşası AB mevzuatlarının bütünü ile uygulanabilmesi için olmazsa olmaz koşullardan biri olarak önümüzde durmaktadır. Şu anda, Türkiye genelinde düzenli depolama alanı yapmış olan belediye sayısı maalesef çok azdır.

    Bütün bu değerlendirmeler ışığında, Türkiye’de mevcut yönetmelikler çerçevesinde çalışan çok başarılı firmalarımız vardır. Hatta özellikle uluslararası şirketlerin bir kısmının Türkiye’deki üretim merkezlerinin neredeyse AB standartlarını şimdiden yakalamış olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak bu, toplam sayı içerisinde çok küçük bir istisna olarak gözükmektedir. Önümüzdeki dönemde hepimizi çok çetin geçecek bir süreç beklemektedir. Bu süreci, temelde sosyal sorumluluk projeleri ile halkın bilinçlendirilmesini ve yerel düzeyde katılımın sağlanmasını destekleyerek ve daha geniş ölçekte tüm gerekli olan yatırımları gerçekleştirerek kendi lehimize çevirmek de bizim elimizdedir.

    Kerem Okumuş
    Bölgesel Çevre Merkezi (REC Türkiye) Direktör Yardımcısı

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu