YUKARI

Haberler

Eklenme Tarihi: 17 Şubat 2011

"Gerçek vatanseverlik, ülkenin doğasına, toprağına, canlılarına sahip çıkmak ve korumaktır."

  • 15 Şubat 2011 yesilufuklar.info

    Kars, Ardahan ve Iğdır'ın ismi son yıllarda Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu ve başkanlığını yaptığı KuzeyDoğa Derneği'nin çalışmalarıyla anılıyor. 2008 yılında Kuyucuk gölü koruma, restorasyon ve ekoturizm projesiyle Çevre Nobeli olarak anılan Whitley Gold ödülünü alan Şekercioğlu, Thomson Reuters Essential Science Indicators'da (Önemli Bilim Göstergeleri) ekoloji ve çevre bilim dalındaki çalışmaları ile dünyanın ilk %1 bilim insanı arasında gösteriliyor. Radikal ve NTV Bilim tarafından 2010 Yılın Bilim Adamı seçilen Şekercioğlu, dernek çalışmaları, biyoçeşitlilik ve doğa koruma konularında Yeşil Ufuklar'ın sorularını yanıtladı.

     

    Amerika'da Stanford'da öğretim üyesi olarak çalışırken, sizi bu derneği kurmaya iten sebep ne oldu?

    Biyoloji ve antropolojiyi burslu olarak Harvard Üniversitesi'nde okuduğumdan beri 18 yıldır ABD üniversitelerindeyim. Fakat her zaman Türkiye'nin özellikle tutkuyla bağlandığım Doğu Anadolu bölgesinin doğasını araştırmak ve korumak istiyordum. Utah'tan Etiyopya'ya Kosta Rika'dan Nepal'e dünyanın dört bir tarafında çalışan bir bilim insanıyım. Özellikle de 2001 yılında yürüttüğüm ve Doğu Anadolu'da bilime kazandırdığımız yedi kelebek türünü keşfettiğimiz bir ekspedisyondan bu yana, Doğu Anadolu'nun biyolojik çeşitliliğini araştırmak ve koruma projelerini yapmak istiyordum. Sadece üç haftada yedi tür kelebek keşfettik, ama bu kelebek türlerinin beslendiği bitkilerin önceden bulunduğu yerlerin yaklaşık yarısı, aşırı otlatma yüzünden yok olmuştu. Belki de bu yüzden hiç bilinmeyen diğer kelebek türlerinin nesli keşfedilemeden tükendi. Bu düşünce beni çok sarstı ve Doğu Anadolu'nun doğasını korumak için bir şeyler yapmaya o araştırma gezisinde kesin karar verdim.

    Doğu Anadolu'da biyoçeşitlilik araştırma ve doğa koruma projeleri yapma fırsatı, doktora tezimi teslim ettiğim 2003 yılı Ağustos ayında karşıma çıktı. Doğa koruma ve ekolojik araştırma çalışmalarımı duyan ve dünyanın biyoçeşitliliği yüksek noktalarında doğa koruma projelerine destek veren Kaliforniya merkezli Christensen Vakfı, New York merkezli Wildlife Conservation Society'nin tavsiyesi üzerine benimle temasa geçti. Christensen Vakfı Meksika, Papua Yeni Gine, Türkiye, Doğu Afrika ve Orta Asya gibi gerek kültürel, gerek biyolojik zenginliğin yüksek olduğu noktalarda faaliyet gösteren, yerel kültürlerin ve doğal kaynakların korunması konusunda çaba sarf eden, geleneksel insan-doğa -kültür ilişkilerini çalışan kurumlara destek olan bir vakıf. Dünyanın üç biyoçeşitlilik sıcak noktasının bulunduğu Türkiye ile de ilgileniyorlardı.

    Kendilerine Doğu Anadolu'nun doğasının çok az araştırıldığını, hâlâ doğa turizmi potansiyeli çok zengin yerler olduğunu, ama etkili korunmadığını ve etkin çevre eğitimi yapılmadığını anlattım. 2003 yazında vakıf temsilcileriyle Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu'yu kapsayan bir tur yaptık. Doğal alanları, yerel kültürleri, insan doğa ilişkisini, biyolojik çeşitliliğin insan yaşam ve ekonomik faaliyetlerini nasıl şekillendirdiğini yerinde gözlemledik. Doğu Anadolu kuş göç yolları üzerinde olduğundan, Iğdır'ın bozkırlarındaki beş parmaklı Arap tavşanından Sarıkamış ormanlarının vaşaklarına kadar çok büyük bir biyolojik çeşitlilik içeren, Kafkas ve İran-Anadolu biyoçeşitlilik sıcak noktalarının kesişimindeki serhat illerimizle (Kars, Ardahan, Iğdır ve Ağrı) özellikle ilgileniyordum. Kars'taki yerel yönetim doğa koruma, ekolojik araştırma ve çevre eğitimi proje önerilerimizle çok ilgilendi ve yardımcı olacaklarını belirtti. Kars'ta Kafkas Üniversitesi'nde ortak çalışacağımız hoca ve öğrencilerin olması da olumlu bir faktör oldu. 2003–2007 yılları arasında çalışmalarım maalesef kısıtlı yürüdü, çünkü destek sınırlı olduğundan yıl boyu bölgede çalışacak bir ekibim yoktu. Buna rağmen senede üç–dört ay Kars'a gelerek başta kuş halkalama çalışmaları olmak üzere Kars-Iğdır Doğal Zenginlik Projesini başlattım. Daha sonra bu çalışmalara çevre eğitimi, doğa turizmi, sulak alan restorasyonu, canlı çizim teknikleri eğitimi, büyük memeli araştırmaları da girdi. Ortak çalıştığım Kafkas Üniversitesi'nden öğrenciler çalışmalara gönüllü katıldı, bazıları da tutkuyla devam etti ve daha sonra ekibimizi oluşturdu. 2006'da kuşları hiç tanımayan iki ekip üyemiz, 2010'da Aras Nehri sulak alanlarını kullanan kuşların göçleri ve de Kuyucuk gölünün üreyen kuşları üzerine Master tezlerini teslim ettiler ve ornitolog oldular. Yılda sadece birkaç ay bile giderek çok güzel sonuçlar elde etmem üzerine bir ekip kurmaya ve yılın 12 ayı bölgede çalışmaya karar verdim. Böylelikle 2007'nin sonunda KuzeyDoğa Derneği kuruldu. 2008'de Çevre Nobeli diye de bilinen İngiltere'nin en büyük çevre ödülü olan Whitley Gold Ödülü'nü Prenses Anne'den almamdan sonra derneğimiz tanındı, Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül çalışmalarımızı tebrik etti ve yerel yönetimlerin desteği daha da arttı.

     

    Neden Kars bölgesini seçtiniz? 

    Kars bölgesi, yani ülkemizin kuzeydoğusu, bulunmuş olduğu konum nedeniyle biyolojik çeşitlilik açısından büyük öneme sahip bir yer. Uluslararası Koruma Örgütü (Conservation International) tarafından tespit edilmiş 34 biyolojik çeşitlilik noktasının ikisi tam da bu coğrafyada kesişmekte. Kafkasya ve İran-Anadolu sıcak noktalarının geçiş noktası olması, her iki sıcak noktadan kaynaklanan biyolojik çeşitliliğin Kars bölgesinde yoğunlaşmasına neden olmaktadır. Bunun yanında dünyanın en büyük kuş göç rotalarından biri bölgemizden geçmekte. Her sene milyonlarca kuş ilkbahar aylarında buradan geçerek Avrasya'ya, sonbaharda ise tersi istikamette Ortadoğu ve Afrika'ya doğru göç etmektedir. 2006 yılından beri Aras ve Kuyucuk Kuş Araştırma ve Eğitim merkezlerinde yaptığımız çalışmalar da bu durumu ispatlamıştır. Halkaladığımız kuşlar, Macaristan'dan Kazakistan'a, Güney Afrika Cumhuriyeti'nden Zambiya'ya kadar göç etmişlerdir. Ayrıca bölgenin biyolojik çeşitliliğinin çok bilinmemesi de beni tetikledi. Özellikle de dünyada en iyi bilinen grup olan kuşlar ve memeliler bölgede detaylı araştırılmamıştı. Çalışmalarımız, şimdiye kadar Kars ilinde 300'den fazla kus turu tespit ettik. Kars-Iğdır-Ardahan (eski Kars) il sınırlarında ise 322 kuş turu tespit ettik ki bu deniz olmayan bir bölgede Türkiye kuş türlerinin %70'i demek. Bunun yanında, Sarıkamış Ormanı-Allahuekber Dağları Milli Parkı'nda, ilk bilimsel, uzun vadeli araştırma projesini gerçekleştirdik. Kurt, ayı, vaşak, yaban kedisi gibi önemli memelileri tespit ettik, Aralık ayında iki yavrusuyla bir vaşağın fotoğrafını çekerek, ilk kez bu milli parkta vaşağın ürediğini belgeledik.

     
    Sarıkamış’ta yürütülen yırtıcı hayvan – insan çatışması projesi kapsamında fotokapan ile çekilmiş bir kurt fotoğrafıBuna ek olarak bölge birçok yaşam alanını bünyesinde barındırır. Sulakalanlar, ormanlar, bozkırlar, ıslak çayırlar, vadiler, derin kanyonlar, vs. Bu da başta bitki çeşitliliği olmak üzere hayvan çeşitliliğini artırmaktadır. Yani doğal alanlar açısından Kars-Iğdır-Ardahan yöresi bir cennettir. İklimsel özellikleri de ayrı bir çeşitlilik kaynağıdır. Kars platosunda meyve yetişmezken, sadece yüz kilometre ötede Iğdır ovasında her türlü meyve, hatta pamuk bile yetişmektedir. Türkiye'deki en büyük irtifa (yükseklik) genişliği de buradadır. 800 metrelik Iğdır ovasından, Ağrı Dağı'nın 5137 metrelik zirvesine kadar. Gerek bu çeşitlilik gerekse bölgenin ortalama olarak 1500 metre yüksekliğinde dağlık bir bölge olması, iklim çeşitliliği ve küresel ısınmaya adaptasyon açısından, Kuzeydoğu Anadolu'nun çok önemli bir avantajıdır. Ama bunun için bölgedeki korunan alanların geniş bir yükseklik yelpazesini kapsaması gerekmektedir.

    Dolayısıyla bu iklim ve doğa, insan hayatı ve ekonomik faaliyetleri de etkilemektedir. Ülkemizin başta batısı olmak üzere baktığımızda görece olarak daha az nüfuslu ve daha az sanayileşmiş, yerel kültürün halen güçlü olarak devam ettiği bir bölgedir. Tarım ve hayvancılık çoğunlukla doğal ve organiktir. Kuzeydoğu Anadolu'da birçok insan çevre konusunda hassas ve bilinçlidir. Doğa turizmi, yaban hayatı turizmi, ekoturizm için bölge bir cennet ve sürdürülebilir ekoturizm bölgede doğanın korunması için önemli bir sebep oluşturuyor. Yani bu değerleri ve biyokültürel çeşitliliği korumak için çok geç değil. Bu kadar etkenin üzerine yerel yönetimlerin de bizimle çalışma azmi ve isteği eklenince Kars-Iğdır-Ardahan-Ağrı bölgesinde çalışmaya karar verdik ve yaptığımız çalışmalar ve edindiğimiz başarılar da gösteriyor ki doğru bir seçim yapmışız. Özellikle Kars ve Iğdır'dan gelen yerel destek başarılarımızda çok önemli bir rol oynadı.

     

    Türkiye'de önemli kuş alanları hangi doğrulukta tespit edilmiş durumda, güvenilirliği nedir? 

    Türkiye'nin Önemli Kuş Alanları (ÖKA) oldukça sınırlı kapasiteye rağmen 1990'ların ortasında Doğal Hayatı Koruma Derneği tarafından Türkiye çapında yapılan çalışmalarla ortaya çıkarıldı. O yıllarda o kadar kapasiteyle o kadar alanın gezilip izlenmesi gerçekten büyük bir başarı ve özveri örneğidir. 2004 yılında ise Doğa Derneği bir güncelleme yaptı. Bu güncelleme ile yeni Önemli Kuş Alanları eklendi, bazıları da çıkarıldı. Bu gibi çalışmalar düzenli ve sürekli izlemeler ister. Yani sadece belli bir dönemde yapılan izleme çalışmalarıyla alanların ÖKA olup olmayacağına karar verilemez. Örneğin 2004 güncellemesinde Erzurum bataklıkları ÖKA statüsünden çıkarılmış. Bu neye dayanarak yapılmış anlamış değilim. Erzurum bataklıkları mevsimsel bir sulak alandır. Doğru zamanda gitmez ve gözlem yapmaz iseniz orada haklı olarak kuş göremezsiniz. Yazın ya da kışın yapılmış bir gözlem bir şey ifade etmez. Oysa Erzurum bataklıkları dünya çapında nesilleri tehlike altında olan sürmeli kızkuşlarının göç ederken konakladıkları önemli bir alandır. Her yıl eylül sonu, ekim başı Erzurum'da havaalanı karşısındaki düzlüğe gidin, tüm dünyadaki kuş gözlemcilerinin görmek için Kazakistan'a kadar gittiği bu türü orada rahatlıkla görürsünüz.

    Öte yandan, Kars çayının Kars Kafkas Üniversitesi Kampüsü'nde yarattığı mevsimsel sulak alanda KuzeyDoğa ekibimiz bugüne kadar 150'den fazla kuş türü kaydetmiştir. Bu da Türkiye tür listesinin üçte birine tekabül eder. Bu türlerin çoğu su kuşu, kıyı kuşu, ötücülerdir ve genelde göçmendir. Ülkemizde çok nadir görülen ve soyu tehlikeye açık büyük suçulluğu bile bu alanda düzenli olarak kaydedilmiştir. Fakat bu alan ÖKA değildir. Türkiye'de, özellikle askeri koruma altında olan sınır ve diğer askeri bölgelerde daha birçok ÖKA ve doğal açıdan önemli noktalar olduğunu tahmin ediyorum. Örneğin sınır bölgesi olduğu için hiç araştırılmamış 88 kilometrelik Arpaçay Kanyonu'nu, Genelkurmay Başkanlığı'nın izni ve askerin desteğiyle boydan boya araştırdık. Dünya çapında soyu tehlikede olan (Endangered) 6 küçük akbaba yuvası tespit ettik. Bir tanesini Ani Harabeleri'nden de görmek mümkün. Yani bu alan ÖKA ve diğer birçok koruma statüsüne layık ama bir statüsü yok. Neyse ki sınır bölgesi olduğu için askerler tarafından iyi korunmuş durumda. Umarız bu böyle kalır.

     
    Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu Kuyucuk köylülerine “Kuyucuk’un Kuşları 2009” takvimindeki kuşları anlatıyorBu alanın ÖKA olması ve ÖKA vasfının devam edip etmediği disiplinli, özverili, düzenli ve farklı zamanlarda yapılmış gözlemler sayesinde ortaya çıkar. O nedenle bu çalışmalarda istikrar şarttır. Bunun yanında, bir alanın ÖKA olup olmaması yasal anlamda bir şey ifade etmemektedir. Zaten bu yaklaşım benzer nedenlerle birçok ülkede, özellikle Güney Amerika ülkelerinde, geçerliliğini kaybetmektedir. Biz doğa korumacıların yapması gereken ÖKA'larımıza yasal koruma statüsü kazandırmak, koruma sınırlarını belirlemek ve bakanlığa bu alanların korunması ve izlenmesi için yönetim planları yaptırmak olmalıdır. 2004'de Kuyucuk Gölü'ne gittiğimde, gölde 20,000'den fazla angıt ve 10,000'den fazla angıt raporladık ve tam bir yıl sonra 2005'de Yaban Hayatı Geliştirme Sahası ilan edildi. Çalışmalarımız daha da artı ve Kuyucuk Gölü 2009'da Doğu Anadolu'nun ilk Ramsar Alanı ilan edildi ve Aralık 2010'da yönetim planı tamamlandı. Ama bir göl için bile bir dernek 7 yıl uğraştı ve Kuyucuk ve bölgedeki diğer ÖKA'ların takipçisi olmaya devam edeceğiz.

    Son dönemde HES'leri, barajları sadece tek bir şey durdurabiliyor, o da yargı kararları. Amacımız bu alanlara yasal koruma statüsü kazandırmak ve alanlara olan/ olabilecek tehditleri iyi izlemek olmalıdır. ABD'deki doğa koruma için hukuk mücadelesi veren ve kâr amacı gütmeyen çevre hukuku şirketi EarthJustice'ın (www.earthjustice.org) benzerine ülkemizde acilen ihtiyaç vardır.

     

    ÖKA'ların AB Kuş Direktifi'ne uyumlu bir şekilde envanterinin çıkartılması için yapılması gereken bilimsel çalışmalarının boyutu ve maliyeti nedir? 

    Türkiye'de kapasite ve bütçe bu konularda az. Bildiğim kadarıyla en detaylı çalışılan ÖKA'lar petrol boru hattı boyunca bulunan ÖKA'lar. O da BTC Çevresel Yatırım Programı desteğiyle olmuştu. Yine bilgim dâhilinde olan izleme çalışmaları ise Özel Çevre Koruma Kurumu tarafından yapılıyor. Göksu Deltası, Köyceğiz Dalyanı gibi ÖÇK alanlarında sivil toplumun da yardımıyla izleme yürütülüyor. KuzeyDoğa Derneği olarak kendi bölgemizdeki ÖKA'ları düzenli izliyoruz ve halkalama çalışmalarıyla katkıda bulunuyoruz. Fakat şunu da belirtmeliyim ki KuzeyDoğa Derneği bugüne kadar AB fonlarından tek bir avro bile destek alabilmiş değildir. Süreç çok karmaşık ve bürokratik. Bu konuda yol göstermesini istediğimiz devlet kurumlarından bir yardım alamadık. Maalesef Çevre ve Orman Bakanlığı da destek konusunda çok zayıf. Kuş gribi nedeniyle AB'den alınan fonlar üç senedir dağıtılamadı ve hiçbir çalışma gerçekleştirilemedi. Oysa bu para yetkin ornitologlara dağıtılsa birçok üniversite ve STK başta göç eden türler olmak üzere birçok tür üzerinde bilimsel çalışmalar yürütecek, çok detaylı ve kapsamlı bir göç çalışması dünyanın belki de kuş göç yoğunluğunun en çok olduğu böyle bir ülkede yapılabilecekti.

    İzleme çalışmaları uzun vadelidir ve kapasiteli araştırmacı ve gönüllüler ister. Bir ya da iki yıl yapılmış gözlemler yeterli değildir. Popülâsyon değişimlerini takip etmek için minimum altı yıldan bahsediyoruz. Biz Kars ve Iğdır'da altı yıla ancak bu sene vardık. Envanter ile kastedilen tam tür listesi ise, düzenli takip yapılan 10 yıldan daha az bir sürede tam listeye ulaşmak zor. Biz Kuyucuk Gölü'nü 2004 senesinden beri izliyoruz, o zaman 50 civarında olan kuş tür listesi bugün 220 oldu; halen artıyor. 250 türe varacağını tahmin ediyoruz ve şimdiye kadar Türkiye ve dünya çapında tehlikede veya tehlikeye açık 31 kuş türü tespit ettik. Yani ÖKA envanteri yapıldığındaki tür sayısının 5 misli. Kuyucuk Gölü'nde flamingo dahi gördük, hem de 2010 Aralık ayında. Bu 8. senemiz ve gerek gözlemler, gerekse halkalama çalışmaları sayesinde her yıl yeni türler ekleniyor. Halkalama sayesinde, dikkat çekmeyen ötücüleri çok etkin tespit edebiliyoruz. 220 türün dörtte biri sadece halkalama çalışmalarında tespit edildi ve 2010'da tespit ettiğimiz sekiz yeni türün yedisi halkalamadan. Ama sadece envanter yeterli değildir ve doğa koruma için popülasyonların uzun sureli takibi şarttır. Kesin popülasyon takibi için bireylere kimlik numarası verdiğimiz halkalama çalışmaları gereklidir. Ama Türkiye'de ikisini KuzeyDoga Derneği'nin yürüttüğü sadece üç halkalama istasyonu var, lisans alma süreci zor ve halkalamaya devlet desteği yok.

    Bir tek alanın, halkalama dahil, düzenli olarak izlenmesinin bize yıllık maliyeti 50,000 dolar civarında olduğuna göre tüm ÖKAlar için bu miktar baz alınıp bir bütçe yapılabilir. Fakat burada izlemeden kasıt sadece alana gidip türleri saymak değildir. Yerel halkla işbirliği içinde komple bir izleme, popülasyon takibi, kapasite geliştirme, çevre eğitimi ve yerel tabanlı doğa turizmi projesi. Biz bu izleme çalışmalarını kuş halkalama, sulak alan restorasyon, çevre eğitimleri ve doğa turizmi çalışmalarıyla destekliyoruz. Sadece alanı izlemiyor, Kafkas Üniversitesi başta olmak üzere, düzinelerce Türkiye üniversitesinden gelen öğrenciler olmak üzere birçok genci doğa korumacı olarak eğitiyoruz. Bugüne kadar 18 farklı ülkeden en az 162 kişi projelerimizde çalıştı, bizlere gönüllü destek verdi. Yöre halkıyla sürekli çalıştığımız için, alanların uzun vadeli korunması için de gereken iyi ilişkileri kurmak konusunda önemli yol kat ettik.

    Bu bütçe elbette alanın büyüklüğüne ve izlenme sıklığına göre değişecektir. İzlemeler düzenli bir şekilde yıllarca yapılmalı ve her beş senede bir raporlanıp alanın gidişatıyla ilgili bir fikrimiz olmalıdır. Bu raporlar da yapılan korumanın ne kadar başarılı olduğunu gösterecektir. Bütçede ayrılması gereken en önemli kalem ise bu işi yapacak ekip için olmalıdır. Eğer sürekli ve düzenli bir izleme isteniyorsa yüksek kapasiteli, bilgili ve doğa tutkunu arazi çalışanlarının istihdamı şarttır. İyi eğitimle, bu yerel insanlar için de (parataksonomist) bir iş imkanı, bilinçlenme ve doğa koruma sebebi olabilir. Ayrıca alanda sürekli bir ekibin varlığı, alanın korunması, çevre eğitimi ve yerel bilinçlendirme için de çok faydalıdır.

     

    Türkiye'deki ÖKA'ların entegre bir şekilde korunması ve yönetilmesi için sizce nasıl bir kurumsal yapıya ihtiyaç vardır? 

    Öncelikle bu sivil toplumun değil, devletin görevi olmalıdır. Kâğıt üstünde öyle de, pratikte çok eksikler olduğunu hepimiz biliyoruz. Devletin görevini yapmaması onun görevi olmadığı anlamına gelmez. Biz sivil toplum olarak ancak bu alanların yasal koruma statüsü kazanması yönünde çalışabilir, izleme, koruma, eğitim çalışmalarında bakanlığa destek verebilir halde olmalıyız. Fakat şu anki durum, her şeyi sivil toplumun kısıtlı kaynaklarla yapmaya çalıştığı, hatta bazen devletin "Siz AB'den fon bulursunuz" düşüncesiyle – ki tamamen yanlış bir düşüncedir - sivil toplum kurumlarından destek istediği, devlet tarafından da genelde destek değil, köstek olunan bir durum.

    Doğal alanları düzenli olarak izleyen, tur envanterlerine ve sayılarına göre korunan aday alanları belirleyip koruma statüsü veren etkin bir birim yok. Genelde merkez müdürlüklere yazı yazar, müdürlüklerde kâğıt üzerinde formu doldurur, o alanlar izlenmiş olur. Çünkü ne merkezde ne müdürlüklerde izleme yapabilecek yetişmiş personel, biyolojik çeşitlilik araştırma ve takip kapasitesi yüksek çalışan pek yoktur. Bunun en önemli sebebi, eğitim sistemiz tabi ki ve de biyoçeşitlilik, ekoloji, ornitoloji, yaban hayatı amenajmanı, doğa koruma bilim gibi dallarda hem eğitimin hem de ilginin çok az olması. Bunun için, etkin çalışan ekoloji, ornitoloji, koruma biyolojisi gibi disiplinlerde eğitim almış, fakat aynı zamanda kendini yetiştirmiş kişilerin bakanlıkça istihdam edilmesi ve bu alanların merkezden izlenmesi lazım. İstihdam olunca, bu dalları seçenler de artacaktır. Arz ve talep meselesi. Nasıl sulak alan teknik ekibi koruma sınırları çizmek için Türkiye'nin dört bir yanına gidiyor ve oradaki sulak alanların koruma sınırlarını çizebiliyorsa biyolojik çeşitlilik takip ekipleri de yılın farklı farklı zamanlarında bu alanlara gidip izleme yapmalıdırlar. Bu çalışmalarını raporlamaları, yayınlamaları ve karşılaştırmaları ise işin önemli boyutudur. Örneğin bir Nuh'un Gemisi projesi var bakanlığın, Türkiye'nin Biyolojik Çeşitlilik Veritabanı projesi. 2005 yılından beri o kadar toplantı, o kadar tartışma yapıldı ve hala ciddi bir sonuç alınamadı bu proje konusunda. Önemli olan veritabanı değil, onun içine koyulacak veri. Veri ve bilgi güçtür. Bugün gönüllülerin verileriyle gelişen KuşBank sayesinde bile bir alan ya da tür hakkında bir fikrimiz olabiliyor. Bu nedenle bakanlıkta bu alanları izleyecek, bu izlemeleri değerlendirecek, raporlayıp, sonuçları alanın korunması için yorumlayıp yeni koruma önerileri getirecek etkili ve yetkili bir birim şarttır.

    Çevre ve Orman Bakanlığı önceliklerini belirlemeli ve stratejisini bunu göre kurmalı. Öncelikleri de elbette ilk başta çevre ve doğanın yararına, dolayısıyla da insana yararlı olacak her şey olmalıdır. Bunu yaparken bilimi, sadece bilimsel veriyi ve bilgiyi doğru olarak kullanmalıdır.

     

    Doğa koruma çalışmaları açısından Türkiye'deki sivil toplumun çalışmalarını nasıl buluyorsunuz? 

    Her ne kadar bazı güzel projeler, başarılı dernekler ve özverili çalışan arkadaşlar varsa da, maalesef yapılanlar çoğunlukla projecilikten öte şeyler değil. Doğa koruma için fon alınır, fon almak için doğa korunmaz. Daha doğrusu korunur gibi yapılmaz. Fonların verirken en çok gözettiği sürdürülebilirlik, Türkiye'de yapılan birçok projede yok. Bir konu, bir bölge için fonlar dağıtılıyor, sivil toplum bir sene iki sene neyse gidip orada proje yapıyor. O projeyi de yerelde yapmaktan ziyade genellikle Ankara ve İstanbul'dan yapıyor. Alanda sürekli varlık gösteren dernekler çok az, para bitince, dolayısıyla da proje bitince alanı bırakıp çıkıyor. Yani sürdürülebilirliğin s'si yok. Biz Kars merkezli olmamıza ve sürekli alanda olmamıza rağmen, kendimizi Kuyucuk Gölü'nde ve Kars'ta yöre halkına kabul ettirmemiz ve yerel yönetimlerin inancını kazanmamız bile üç sene sürdü. Fakat bugün Türkiye'nin farklı yerlerinde bir sene, iki sene süreli 'doğa koruma' projeleri yapılıyor ve açıkçası çoğu proje de bilimsellikten uzak, bilimsel altyapısı olmayan, "fon var, proje fikri var, haydi yapalım" anlayışı ile yapılan projeler. Sadece çevre konusunda değil, toplumsal yatırım, eğitim, spor, vb. birçok konuda da Türkiye maalesef bir proje çöplüğü. Maalesef kötü yapılan projeler, şahsi çıkar amaçlı yapılan, somut bir şey bırakmayan projeler benzer alanlarda çalışan iyi derneklerin, iyi projelerin de aynı kefeye konmasına ve halkın doğa koruma çalışmalarına genel olarak şüpheyle bakmasına yol açıyor ki bu da Türkiye'nin doğasının geleceği için çok tehlikeli bir gidişat.
     
    Derneğin Sarıkamış’ta yürüttüğü yırtıcı hayvan – insan çatışması projesi kapsamında gönüllülerin yöre halkındaki yaban hayatı algısını anlamak için yaptığı anket çalışması1990'ların başından bu yana AB fonları, Birleşmiş Milletler Fonları, Küresel Çevre Fonları, gelişmiş ülkelerin elçilik fonları, çeşitli vakıfların sunmuş olduğu fonlar, özel sektörün sağladığı fonlar ve şu an daha aklıma gelmeyen onlarca fon kuruluşu doğa koruma için Türkiye'de fon dağıttı. 2000'lerden sonra ise adeta bir fon patlaması çılgınlığı yaşandı. Bu harcanan paraların miktarı ve yaratmış oldukları etki, katma değer ve yarattığı insan kapasitesi üzerine yapılmış maalesef bir çalışma yok. Ama bilimsel bir referans gösterip bunu belgeleyemesem de kişisel gözlemlerim fonların sorumsuzca, projelerin yapacağı etki hesaplanmadan dağıtıldığı yönünde. Örneğin Küresel Çevre Fonu tarafından sağlanan 10 milyon dolar gibi bir para Türkiye'de dört pilot bölge için harcandı, bugün o pilot bölgelerden birine yapılacak - ki Maçahel Türkiye'nin ilk biyosfer rezervidir - HES inşaatları ancak yargı kararlarıyla durdurulurken, öte yandan Sultan Sazlığı diye bir yer bugün neredeyse yok. Peki, durum buysa o paralar ne için harcandı?

    Yukarıda da belirttiğim gibi birçok doğa koruma projesi bilimsel tabandan yoksun. Bilimin ve uzun süreli bilimsel takibin olmadığı doğa koruma projeleri maalesef para ve zaman israfıdır. Öte yandan bilim, ancak o projelerin yarattığı etkiyi ölçebilir ve bilimsel takibin yanında yöre halkıyla yakın bir ilişki ve iletişim içinde uzun süreli çalışmak şarttır.

    Diğer bir sorun ise her sivil toplum kuruluşumuzun her konudan anladığını sanması. Ülkemizde uzmanlaşma yok ve bu da sivil toplum camiasına da yansımış durumda. Yani sivil toplum kuruluşları, kısıtlı para ve insan güçlerini bilmedikleri, tecrübe sahibi olmadıkları, bilim ile ilişkilendiremedikleri projelere kanalize edip kısıtlı güçlerini daha da dağıtıp ziyan etmektedir. Bir konuda bir kişi, bir kurum uzmanlaşmalı ve o konuda çalışmalı. Türkiye'de doğa korumacılar çok dağınık maalesef.

    Diğer bir konu ise kurumların kendi sürdürülebilirlikleri. Türkiye'nin doğa koruma konusunda en eski, sokaktaki sıradan insana bile bir deniz kaplumbağasını bilimsel adıyla (Caretta caretta) hem de 1980'li yıllar gibi iletişimin çok kısıtlı olduğu yıllarda ezberletmiş, kelaynak kuşunu tüm bir ülkeye tanıtmış, 1990'da kuş gözlemeye başladığımda bana yol göstermiş bir Doğal Hayatı Koruma Derneği artık yok. Doğa koruma kurumları Türkiye'de neden büyümek, gelişmek, kurumsallaşmak, üye sayısı ve etkisini arttırmak, işbirliği içinde çalışmak dururken, tepe noktaları yaşayıp daha sonra tarihin çöplüğüne gidiyorlar, sorun nedir, bunlar analiz edilmeli ve kurumsal stratejiler belirlenirken kurum sürdürülebilirliği de göz önüne alınmalı. Örgütsüz ve işbirliği yapılamayan bir doğa koruma düşünülemez. Maalesef doğayı yok edenler, doğayı koruyanlardan çok daha etkin bir işbirliği içinde.

     

     Türkiye'deki kuş çeşitliliğinin Avrupa coğrafyasındaki fauna açısından taşıdığı önem nedir?

     Türkiye, 319 türü üreyen 466 kuş türü çeşitliliğiyle tüm Avrupa'da, Rusya hariç, en fazla üreyen kuş çeşitliliğine sahip ülke. Bunun temel sebeplerinden biri tıpkı tarihi ve kültürel açıdan olduğumuz gibi doğa açısından da köprü görevi olan coğrafyamızdır. Dünyada üç biyolojik çeşitlilik noktasının yüzölçümünün çoğunu kapladığı tek ülkedir Türkiye. Afrika turleri dahi var. Akdeniz, Kafkasya ve de İran-Anadolu biyolojik sıcak noktaları bizim ülkemizde kesişir. Buna yaşam alanı bolluğu (sulakalan, subasar orman, iğne yapraklı orman, geniş yapraklı orman, doğal yaşlı orman, alpin çayır, bozkır, sazlık, yarı çöl, nehir, kıyı, lagün, tuzlu, tatlı, maki, funda, delta, vs.) faktörünü de eklediğinizde Türkiye adeta bir cennet kuş çeşitliliği açısından. Diğer bir etken ise dünyanın en büyük kuş göç yollarından ikisinin ülkemiz üzerinden geçmesi. İstanbul, göç eden binlerce şahin, küçük orman kartalı, leylek gibi türleri Levent, Gayrettepe ya da Kavacık'ta bulunan iş merkezlerinde, çalışma masanızdan görebileceğiniz ender şehirlerden birisidir mesela. Yine ülkemizin farklı bölgelerinin farklı yüksekliklerde olması da kuş çeşitliliğimizi arttıran başlıca nedenlerdendir. Kuzey Avrupa'ya baktığınızda bin metreden yüksek çok yer yoktur ve dümdüz benzeşik alanlardan oluşur. Türkiye'de üç saatlik bir Rize – Erzurum yolculuğunda kıyı, nehir, geniş yapraklı orman, doğal yaşlı orman, alpin çayır, buzul gölü, dağ, bozkır ve alüvyal vadi ekosistemlerini görürsünüz. Oysa kuzey Avrupa'da üç saat yolculuk yapsanız çoğunlukla göreceğiniz tek ekosistem tarım arazisine dönüştürülmüş ya da sanayileşmiş düzlükler veya asker gibi sıra sıra dikilmiş ağaçlardan oluşan plantasyon ormanlardır.

    Bunun yanında ülkemizin iki kıtaya yayılıyor olması büyük avantajdır. Ülkemizin batısı Avrupalı bir kuş gözlemciye pek bir şey ifade etmez, oysa doğusu Avrupa'da göremeyeceği türleri Avrupa'ya en yakın görebileceği yerlerdir. Çünkü ülkemizin doğusu, batısının aksine Kafkasya ve İran-Anadolu biyolojik çeşitlilik sıcak noktalarının uzantısıdır. Avrupa'da hiçbir ülkede, Rusya hariç, bu iki sıcak nokta ve dolayısıyla yaratmış oldukları biyolojik çeşitlilik bulunmaz. Bu nedenle 2005 yılında Türkiye'nin ilk kâr amacı gütmeyen, doğa korumaya destek sağlayan kuş gözlem turunu yürüttüğümde üç haftada 276 tür gördük ki bu sayı birçok Avrupa ülkesinin tür listesinden fazladır. Bu rekor hâlâ kırılamadı. Bu türlerin birçoğunu ve en ilginç olanlarını Doğu Anadolu'da gördük. Bir Avrupalının Irak yedikardeşi, kum kekliği, çizgili ishakkuşu, çölkoşarı, küçük serçe, büyük kızkuşu, sürmeli kızkuşu, yeşil arıkuşu, balık baykuşu gibi türleri görebileceği Avrupa coğrafyasındaki tek ülke Türkiye'dir.

     

    Türkiye'de bir sivil toplum kuruluşunu sürdürmenin ve yönetmenin zorlukları neler? Gelecekten umutlu musunuz? 

    Çalışkan ve doğa tutkunu bir ekibimiz var, ama uzun vadeli finansal desteğimiz yok, Türkiye'de herhangi bir kurumdan sürekli bir desteğimiz yok ve sürekli destek aramak bizi çok zorluyor ve yoruyor. Gelen fonları bizim kadar verimli, etkili ve ses getirici şekilde kullanan başka dernek azdır. Zaten ben derneği gönüllü yürütüyorum, herhangi bir maddi kazancım yok. Benim için hem ekolojik araştırmalar ve yayınlar yapma hem de yerel tabanlı ve somut doğa koruma çalışmaları yürütme arasındaki dengeyi kurmak çok önemli. Ama ABD'de Utah Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nde hoca olmama rağmen, vaktimin yarısından fazlası dernek işlerine ve derneğe kaynak bulmaya gidiyor. Bu her ne kadar KuzeyDoğa Derneği'nin daha az kaynakla daha etkili işler yapması demekse de, beni çok yoruyor. Ümidimiz çalışmalarımızın somut bir şekilde takdir edilmesi ve Türk devleti ve milletinin, kendi doğasına ve doğasını koruyanlara sahip çıkarak bizi desteklemesidir. Neden Doğu Anadolu'nun doğasını korumak için destek yurtdışından geliyor da kendi ülkemizde çoğu kişi ve kurumun umurunda değil? Kendisini gelişmiş ülke olarak gören ve dünyanın 17. büyük ekonomisi olduğunu iddia eden bir ülkeye bu yakışır mı? Bu doğal zenginliğin kıymetini bizden çok yabancılar biliyor. Gerçek anlamda vatanseverlik, bu ülkenin doğasına, toprağına, canlılarına tam tamına sahip çıkmak, onları korumak ve diğer nesillere aktarmak için canla başla çalışmaktır. Bu açıdan doğayı koruyanlar ve onları destekleyenler, kelimenin tam anlamıyla vatanseverdir. Umarım Türkiye'de bunun bilincine varılır ve ülkemiz halkı ve kurumları doğa koruma faaliyetlerine gereken desteği verir. Yıllardır geliştirip iyi bir noktaya getirdiğimiz derneğimiz ve yürüttüğümüz yoğun doğa koruma, çevre eğitimi, ekolojik araştırma ve köy tabanlı ekoturizm çalışmalarımız finansal sebeplerden dolayı sona ererse çok yazık olur. Bölgedeki çalışmalarımız sürdükçe etkileri, sahiplenme, bilinç, somut cevre koruma artıyor. Eğer çalışmalarımıza devam edebilirsek, gelecekten çok umutluyum.

    Diğer önemli nokta ise, komşularımızla giderek iyileşen ilişkilerimizi fırsat bilip, sınır ötesi çevre koruma projelerine, sınır bölgelerimizdeki doğal alanların karşılıklı ve ortaklaşa korumasına çok daha önem ve öncelik vermemizin gerekliliği. Kars-Iğdır-Ardahan-Ağrı bölgesi, Gürcistan, Ermenistan, Nahçıvan ve İran'a olan sınırlarıyla, Türkiye'de bu açıdan en önemli noktalarından biri. KuzeyDoga Derneği olarak bu konuda önemli işbirlikleri geliştiriyoruz. Eğer sınır ötesi korumaya öncelik vermezsek, giderek serbestleşen sınırlarımızdan ve artan ticaret ve trafikten dolayı, daha önce kapalı sınır olduğu için korunan birçok alan tehlike altına girecektir. Örneğin, Gürcistan-Ardahan sınırının ikiye böldüğü Aktaş Gölü'ne şu an giriş yasak. O yüzden goldeki adada halen ak ve tepeli pelikanlar üreyebiliyor. Ama gölün kıyısındaki sınır kapısı açılacak ve bununla bölgedeki trafik çok artacak. Bunun gölü ve pelikanları olumsuz etkilememesi için yoğun çabalarımız var. Kars'tan Ermenistan'a giden ana yol, korunması için çok emek verdiğimiz Kuyucuk Gölü'nün kıyısından hatta ilkbaharda içinden geçiyor. Daha Aralık ayında araba çarpmasından ölmüş bir porsuk bulduk. Ermenistan sınırı açıldığında bu yoldaki trafik kat ve kat artacak. Sınır açılırsa Ermenistan sınırını oluşturan Arpaçay Kanyonu da nasıl etkilenir, endişeliyiz. Öte yandan, Ermenistan'daki "Dünyanın En Tehlikeli Nükleer Santrali" olarak bilinen, deprem bölgesinde olan ve ilk nesil teknolojiyle Sovyetler Birliği'nin inşa ettiği Metsamor Nükleer Santrali, Iğdır ilimize 16 km mesafede faaliyetine devam ediyor. Eğer bu santralde bir kaza olursa, oluşacak büyük facia Çernobil'i arattıracaktır. Doğadaki canlılar ve çevre problemleri sınır tanımaz. Ayrıca iklim değişikliği yüzünden, birçok canlının yaşam bölgeleri değişiyor. Eskiden korunan alanlarda yaşayan bazı türler, bu alanların giderek dışına çıkıyor. Dağılımları başka ülkelere kayıyor. Tüm bu sebeplerden dolayı, çevre koruma açısından sınır ötesi işbirliklerine çok daha fazla önem vermemiz lazım.

    Haberin detayına ulaşmak için tıklayınız

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu