YUKARI

Haberler

Eklenme Tarihi: 18 Mayıs 2009

2'nci Küresel Isınma Kurultayı Sonuç Raporu

  • 16.05.2009 CNN Türk

    Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) tarafından, Tesco Kipa'nın katkılarıyla 7 Mayıs'ta düzenlenen 2. Küresel Isınma Kurultayı'nda, "Küresel Isınma ve Ekonomi" konusu tartışmaya açıldı ve 2 ayrı oturumda toplam 11 panelist konuyla ilgili sunumlar yaptı.

    Çok sayıda kurum, kuruluş ve kişinin destek verdiği kurultaya toplam 550 kişi katıldı.

    Kurultay sonrasında panelistlerin sunumları ile katılımcıların görüşleri dikkate alınarak hazırlanan sonuç bildirgesinde, küresel iklim değişikliğinin insanlığın karşılaştığı en büyük ekolojik sorun olduğu konusunda herkesin hem fikir olduğu vurgulandı.

    Günümüze kadar ortaya çıkan hava, su, toprak kirliliği gibi sorunların daha çok yerel ya da bölgesel düzeyde kaldığı, ancak küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin olumsuz etkilerinin değişik ölçülerde olsa da tüm dünyada hissedildiği belirtilen bildirgede, uzmanların, iklim değişikliğinin etkilerinin önümüzdeki yıllarda da artarak devam edeceği uyarıları anımsatıldı.

    "Hukuk, iş, sağlık, medya, bilim, sosyoloji, politika, turizm, tarım, ormancılık, inşaat gibi sektörlerdeki kurum ve kuruluşlar da bu değişimin olumsuz etkileri ile yüzleşmek zorunda kalacaktır" denilen bildirgede, küresel iklim değişikliğinin, gezegendeki ekolojik dengeleri değiştirdiği ve tehdit ettiği, ancak bu konunun geri planda kaldığı ve ekolojik dengelerdeki değişikliklere bağlı olarak oluşacak olası ekonomik kayıpların daha çok tartışıldığı belirtildi.

    Bildirgede, daha birkaç yıl önce iklim değişikliğinin olup olmadığı tartışılırken, günümüzde bu olgunun herkes tarafından kabul edildiği anlatılarak, şu hususlara yer verildi: "Ancak küresel ısınmaya sebep olan sera gazlarının azaltılması için atılacak adımların ekonomik maliyetleri öne sürülerek gerekli önlemler yeterince alınmamaktadır. Böylece iklim değişikliğine bağlı olarak çeşitli sektörlerde gerçekleşen ya da gelecekte ortaya çıkacak ekonomik kayıplar konunun odak noktasına yerleşmektedir. Küresel iklim değişikliğinin ekonomik boyutu olduğu ortadadır. Ancak küresel iklim değişikliği ve ekonomi ilişkileri karşılıklıdır. Öncelikle küresel iklim değişikliği olaylarının temelinde insanların doğadan sınırsız olarak yararlanmaları yatmaktadır.

    Ekonomik gelişmenin bir göstergesi olan gayri safi milli hasılaların yıllık seyri ile atmosferdeki CO2 konsantrasyonları karşılaştırıldığında bu durum daha iyi anlaşılmaktadır. Son 40 yıl içindeki ekonomik krizlerden sonra CO2 konsantrasyonlarında azalmalar olduğu bilimsel olarak ispatlanmıştır. Bu durum insanlığın doğayı tükenmez bir kaynak olarak görmesinden kaynaklanmaktadır.

    Nitekim doğadaki ekolojik süreçler ve döngüler ile oluşan maddelerin 'doğal kaynaklar' olarak isimlendirilmesi de bu durumun ispatıdır. Özetle küresel ısınmanın temelinde ekonominin olduğu herkes tarafından kabul edilmelidir. Açıklanan bu gerçeğe rağmen günümüzde ekonomik kaygılar sebebiyle gerekli önlemlerin alınmaması ya da insanların gelir düzeylerindeki azalmalar nedeniyle konuya ilgi duymaları ilginç bir çelişkidir."

    Ekonomik yön daha ön planda

    Bildirgede, küresel iklim değişikliğinin insanların refah düzeylerinde de azalmalara yol açacağına işaret edilerek, özellikle 2008 yılında ortaya çıkan ve etkisini halen sürdüren küresel ekonomik krizin de etkileriyle konunun ekonomik yönünün daha fazla ön plana çıktığı vurgulandı.

    Bir bakıma "çevre mi, kalkınma mı?" ya da "ekoloji mi, ekonomi mi?" ikilemleri arasına sıkışılıp kalındığı kaydedilen bildirgede, ekonomiyi ön planda tutan görüşlerde "bekle ve gör" yaklaşımının hakim olduğu, yani iklim değişimine hala şüpheli yaklaşıldığı ve bugünden önlem almaktansa öngörülen sorunlar ortaya çıktıktan sonra önlemlerin alınması gerektiğinin düşünüldüğü belirtildi.

    Küresel ekonomik krizde 2 ay içinde (Eylül-Ekim 2008) bankacılık sektörüne bir çırpıda 2 trilyon dolarlık uluslararası kurtarma paketi oluşturulduğu kaydedilen bildirgede, şu görüşler aktarıldı:

    "Konu diğer bir küresel sorun olan iklim değişimine gelince ise pazarlıklar nedeniyle önlem alma süreci uzamaktadır. Küresel iklim değişikliğinin yanlış algılanması da bu konu üzerinde etkilidir. Örneğin ülkemizde iki yıl üst üste yaşanan kuraklıklardan sonra 2009 yılının yağışlı geçmesi küresel ısınma hakkında soru işaretleri oluşmasına neden olmuştur. Halbuki küresel ısınma havaların sürekli ısınması değildir. Küresel ısınma iklimlerde düzensizliklere yol açmaktadır ve bu yılki yağışlar da iklimlerdeki düzensizliğin göstergesidir.

    Gerçekte bu süreç iklim değişikliği olarak değerlendirilmelidir. Ekonomik kaygılar bazı etik olmayan önerileri de gündeme getirmektedir. Örneğin CO2 salınımlarını azaltmaktansa küçük Pasifik ada devletlerinin boşaltılmasının daha ekonomik olacağı gibi öneriler ortaya atılmaktadır. Birleşmiş Milletler de sürekli olarak, küresel ısınmanın neden olacağı iklim değişimlerinin, hükümetlerin önlem almaması durumunda, barınma, beslenme ve temiz sudan mahrum kalma riski bulunan milyonlarca kişinin temel haklarını tehdit ettiği uyarısında bulunmaktadır. Uzmanlarca küresel iklim değişikliğinin 'iklim göçmenleri' yaratacağı öngörülmektedir.

    Diğer bir deyişle, küresel iklim değişikliği ile mücadelede başarısız olmak, sadece gelecek nesillere yardımcı olmamak değil aynı zamanda zayıflamış bir durumda olacak gelecek nesillere daha da kötüleşmiş bir problemin zararlarını havale etmek demektir. Konuya sadece insan hakları boyutundan değil, doğada yaşayan diğer canlıların da haklarını düşünerek yaklaşmak gerekmektedir. Çünkü kendini koruyamayacak ve uyum sağlayamayacak yerlerde yaşayan bitkiler ve hayvanlar için küresel iklim değişikliğinin bir soykırıma neden olacağından korkulmaktadır. Nesli tükenme tehlikesi altındaki canlıların hakları ise hiç gündeme gelmemektedir."

    Kyoto 2012'de misyonunu tamamlıyor

    Bildirgede, küresel ısınma ve iklim değişikliğine karşı önlem alınmasından hareketle 1997'de imzalanan Kyoto Protokolü'nü uzun tartışmalardan sonra Türkiye'nin de 2009'da kabul ettiği anımsatıldı.

    Protokolün özetle CO2 emisyonlarının azaltılmasını öngördüğü belirtilen bildirgede, "Ancak gözden kaçan bir nokta protokolün 'karbon borsası' kavramını getirmesidir. Karbon borsasının ekonomik bir önlem olması nedeniyle uygulanmasında sorunlar yaşanmaktadır. Kyoto Protokolü'nün misyonu 2012 yılında tamamlanmaktadır. 2009'da Kopenhag'da yapılacak toplantı ile küresel iklim değişikliği ile mücadele için yeni yol haritaları oluşturulması planlanmaktadır. Ancak Kopenhag toplantısından önce Poznan'da yapılan ön hazırlık toplantılarında ekonomik kaygılar nedeniyle sonuç alınamamıştır" denildi.

    Bildirgede, küresel iklim değişikliğinin her iki tarafının da korku politikaları ile sonuç almaya çalıştığı kaydedilerek, bir taraftan dünyanın sonunun geleceği iddiaları ortaya atılırken, diğer taraftan alınacak önlemler nedeniyle oluşacak ekonomik kayıpların refah düzeyini azaltacağı yorumlarının yapıldığı anlatıldı.

    Dünya genelinde sera gazı emisyonlarının yüzde 20 azaltılmasının maliyetinin, gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 1'inden de az olacağının hesaplandığına işaret edilen bildirgede, iklim değişiminin yol açtığı ekonomik kayıpların göz ardı edildiği ya da olduğundan daha az gösterilmeye çalışıldığı vurgulandı.

    Tarımda kuraklığa bağlı olarak azalan rekolteden kaynaklanan ya da şiddetli yağışlar sonucunda oluşan kayıpların hesaplanabileceği, turizm gelirlerindeki azalmanın tahmin edilebileceği belirtilen bildirgede, "Ancak nesli tükenen bir canlının bedeli nedir? Felaketlerle zarar gören doğal ekosistemlerin fonksiyonlarını eski haline getirmek için yapılacak harcamalar dikkate alınıyor mu? Cevabı 'hayır'. Dolayısıyla iklim değişiminin oluşturduğu gerçek ekonomik kayıplar hesaplanamamaktadır" görüşüne yer verildi.

    Atmosferdeki karbondioksit artıyor

    Dünya ekonomisinin son 50 yılda 7 kat büyüdüğü, bu gelişme ile paralel giden atmosferdeki CO2 miktarının da her yıl 2 ppm kadar arttığı kaydedilen bildirgede, şu bilgiler yer aldı: "Ve 2009 yılında 387 ppm'e ulaşmıştır. Hava koşullarında sürekli rekorlar kırılmakta, daha sıcak ve kurak yazlar yaşanmakta ya da sel felaketleri, fırtınalar bir öncekinden daha büyük olmaktadır. Bütün bunların temelinde daha fazla tüketmeye dayanan ekonomik anlayışın, fosil yakıtlara dayanan enerji üretiminin olduğu inkar edilemez bir gerçektir.

    Küresel iklim değişikliği hiç şüphesiz ekolojik ve ekonomik bir sorundur. Geçmişte hızlı ekonomik kazançlar uğruna yapılanlar, gelecekte büyük ekonomik kayıplara ve daha önemlisi büyük ekolojik felaketlere yol açabilecektir. İklim değişikliğinin önlenmesi için atılabilecek adımların başında, aşırı tüketime dayanan ekonomik anlayışın değiştirilmesi gelmektedir. Bunun için doğanın insanlara sunduklarına zarar vermeden ve ekosistemlerin yapısını bozmadan gelişme sağlayabilmek için 'sürdürülebilir kalkınmaya' önem verilmelidir.

    Gerek ülkemizde gerekse tüm dünyada küresel iklim değişikliği ekonomiden hukuka, turizmden ormancılığa, tarımdan inşaata, enerjiden otomotive kadar tüm sektörlerdeki politikalarda dikkate alınmalıdır. Bireylerden şirket yöneticilerine ve politikacılara kadar herkes üzerine düşenleri yerine getirmelidir. Üstelik sorun sadece küresel iklim değişikliği değildir. Günümüzdeki gibi aşırı tüketime dayanan ve doğayı dikkate almayan ekonomik yaklaşımlar, gelecekte adı küresel ısınma olmasa da bugünden öngörülemeyen bambaşka ekolojik, sosyal veya politik sorunlara yol açabilecektir."

    Bildirgede, küresel ısınmaya karşı alınabilecek önlemler de şöyle sıralandı: "Bireyler öncelikle alışkanlıklarını ve yaşam biçimlerini değiştirmelidir. Daha az tüketmek ve sosyal sorumluluk sahibi olmak, küresel ısınma ve diğer çevresel sorunların azaltılmasına önemli katkı sağlayacaktır.

    Şirketler sadece kar odaklı ekonomik anlayışlardan vazgeçmelidir. Verimlilik ve sürdürülebilir ekonomik gelişmeye önem verilmelidir. Medyaya özellikle eğitim ve bilinçlendirme ile kamuoyu oluşturma konusunda büyük görevler düşmektedir.

    Politikacıların da ellerinde küresel iklim değişikliğine önlem alabilmek için vergiler, teşvikler, cezalar, yeşil etiketleme gibi yöntemler ile yaptırım gücü mevcuttur. Sonuç olarak, insanlık olarak yol ayrımındayız. Ya sonunu düşünmeden bencilce doğayı tüketmeye devam edeceğiz ya da 'yaşamımıza sahip çıkacağız'. Karar bizim, ama sonuçları ile yüz yüze kalacak olan gelecek kuşaklar."

    Haberin sayfasına ulaşmak için tıklayın

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu