YUKARI

Yazarlarımız

Yazar: Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu | Eklenme Tarihi: 12 Mayıs 2009

Kyoto Protokolü Öldü, Yaşasın Kopenhag Protokolü!

  • Küresel iklim değişimi sorununa insanın bilinçsiz davranışı ve yaşam tarzının neden olduğu bilimsel bir gerçek. “Isınmaya gerçekten insan mı, yoksa atmosferimizdeki doğal salımlardan biri mi neden oluyor?” tartışmaları çok gerilerde kaldı.

     Biz yeni keşfetmiş olsak bile Kyoto Protokolü de “Baki kalan bu kubbede bir hoş seda” oldu artık!

    Küresel ısınma konusundaki ilk canlı tartışmaya 1986’da Missouri-Columbia’da atmosfer bilimleri doktorası yaparken tanık olmuştum. İki bilim insanı, karşılıklı duran kürsülerde ve konferans salonunu doldurmuş yüzden fazla kişinin önünde “Küresel ısınma var mıdır, yok mudur” diye tartışıyorlardı. Ben de klimatoloji dersim için hazırlayacağım “Kim haklı? Neden?” adlı ödevim için oradaydım. Kimi haklı bulduğumu şimdi hatırlamıyorum bile; zaten sayısal hava tahmini ile uğraşan sayısalcı biri olarak “iklim” konusu bana fazla sözel ve lafügüzaf gibi gelmişti!

    Yıllar geçti, bütün dünya gibi ister istemez ben de bu konuya odaklanmak zorunda kaldım. Çünkü küresel ısınma, günümüzde en az kalkınma, açlık ve sağlık kadar tüm toplumlarının üzerinde durması gereken sorunlardan biri. Bu nedenle, 21. Yüzyıl’da kalkınma çabaları ile çevreyi yitirme endişeleri “sürdürülebilir kalkınma” kavramının ortaya çıkmasına neden oldu.

    Sürdürülebilir kalkınma bağlamında, iklim değişikliğine neden olan sera gazları (GHG) emisyonlarının azaltılmasına yönelik olarak özellikle gelişmiş ülkelerin ciddi önlemler alması konusu ilk Haziran 1992’de yapılan Rio Konferansı’nda (UNFCCC) gündeme getirildi. Bu amaca yönelik olarak, daha sonra Kyoto’da da bir araya gelen BM ülkeleri, daha somut adımların atılabilmesi için bir dizi karar aldı. Bu kararlardan en önemlisi, özellikle gelişmiş ülkelerin GHG emisyonlarını 2008-2012 yılları arasında 1990 seviyesinin ortalama %5 altına indirmesiydi. Kyoto Protokolü’nün uluslararası geçerlilik kazanması için önkoşul, global anlamda GHG emisyonunun % 55’ine tekabül eden, en az 55 ülkenin bu yükümlülük altına girmesiydi. Rusya’nın katılımı ile 16 Şubat 2005’te Kyoto Protokolü yürürlüğe girdi.

    Türkiye maalesef olayları hep geriden takip etti ve dünyanın gerisinde kaldı. 1992 Rio Konferansı’nda imzaya açılan 5 temel belgeden Gündem 21’i kabul eden ülkelerden biri de Türkiye oldu. Ancak 1992'de kabul edilen ve 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe giren BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (İDÇS) Türkiye 24 Mayıs 2004 tarihinde 189. taraf ülke olarak onay verebildi. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi`ne, 1994 yılında yürürlüğe girişinden 10 yıl sonra katılan Türkiye, 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü`nü de 4. yılında kabul etti.

  • Türkiye’nin BM İDÇS’yi 10 yıl sonra imzalamasının bir nedeni vardı. Türkiye 1980’lerde kendisini önce OECD ülkesi olarak lanse etti. Bu durumu rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’a bağlayanlar da var. Ama gene de bizi zengin OECD ülkeleri ile aynı büyük mali yükümlülüklerin altına sokan bu fikrin kimden ve nasıl çıktığı bilinmiyor. Neyse, aklımız başımıza geldikten sonra zengin ülkeler grubundan çıkmak için uzun süre uğraştık durduk. Sonunda 2001 yılında Marakeş'te düzenlenen 7. Taraflar Konferansı'nda alınan karar gereğince, Ek-I ülkelerinden farklı konumda sözleşmeye taraf olduk. Böylece, İDÇS Sekretaryası’na düzenli olarak sera gazı salımı raporu vermeyi ve gaz salınımını azaltacak önlemler geliştirmeyi taahhüt ettik.

    Türkiye 24 Mayıs 2004 tarihinden itibaren Kyoto Protokolü’ne taraf olabilirdi ama olmadı. Neden? İşte bu sorunun mantıklı ve kabul edilebilir bir cevabı yok. 2004 yılından 2009 yılına kadar bu konuda Türkiye için değişen hiçbir şey olmadı ama Türkiye bekledi durdu! Hatta sera gazı artırımında Dünya rekoru kırdı! Aslında Kyoto Protokolü’nün ülkemizin ekonomisinin gelişmesini tehdit edebileceği kaygısı doğru değildi. Diğer bir deyişle, gelişmekte olan ülkeler arasında protokolü ekonomisine tehdit gibi gören tek ülke Türkiye’ydi. Çünkü Protokol Türkiye gibi ülkeler için esnek maddeler içeriyor. Türkiye Protokolü imzalamaya yanaştığı takdirde bunlardan yararlanabilirdi.


    Aslında Kyoto Protokolü, sera gazlarını artıran emisyonların salımının kontrol altına alınarak zararın azaltılmasını ve enerji, tarım, orman, katı atıklar, kıyıların kullanımı gibi konu ve sektörlerde uyum çalışmaları yapmamızı istemekteydi. Bütün bunlar zaten, protokol, cezai yaptırım vb. olmadan da küresel iklim değişiminin kötü etkilerinden korunmak için kendiliğimizden yapmamız gereken ve reddedilmesi mümkün olmayan çalışmalardı. Yani gerçekte önemli olan “imza” değil, bizdeki “konuyu algılama, niyet ve zihniyetti”!

    Ne diyelim zararın neresinden dönersek kardır. Kyoto Protokolü öldü; yaşasın Kopenhag Protokolü!

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu