YUKARI

Yazarlarımız

Yazar: Cem Orkun Kıraç | Eklenme Tarihi: 03 Eylül 2009

Marmara Denizi ve Kıyıları Hala Yaşıyor

  • Marmara Denizi dünyada eşine az rastlanır, her tarafı tek bir ülke tarafından çevrili tek deniz. Kendine has deniz ve kıyı biyolojik çeşitliliği, kıyı deltaları, uzun kumulları ve kayalık sahilleri ile hâlâ bilinmeyenleri olan bir bölge.

    Ancak aynı zamanda büyük bir insan baskısı ve kullanım etkisi altında olan bir deniz. Kıyılarında ve deniz alanında bu kadar insan faaliyeti ve endüstriyel baskı olan bir yerde, hâlâ yaban hayattan, biyolojik çeşitlilikten ve korumaya değer doğal alanlardan söz etmek mümkün mü? Belki şaşıracaksınız ama evet çok mümkün!

    Marmara Bölgesi, Türkiye’nin en sanayileşmiş bölgesi; İstanbul, İzmit, Yalova, Gemlik, Mudanya, Bandırma, Erdek, Karabiga, Lapseki, Tekirdağ ve Silivri gibi çok kalabalık yerleşimleri barındırıyor. Özellikle İzmit Körfezi, yoğun limancılık faaliyetleri ile ülkemizin en fazla gemi trafiğinin yaşandığı yaklaşık 40 liman ve iskeleye ev sahipliği yapıyor. Çanakkale ve İstanbul Boğazları’ndan geçen ve Akdeniz ile Karadeniz arasında mekik dokuyan, yılda 50 bin civarında büyük yük gemisi ve tanker bu iç denizi çok daha “kalabalık” ve ne yazık ki “kirli” yapıyor.

    SAD-AFAG belgeledi
    SAD - AFAG olarak 1990’lı yılların başından 2007 yılına kadar Marmara kıyılarında birçok farklı araştırma yaptık. Bu araştırmalarla hem kıyı habitat tipleri hem de deniz ve kıyı canlıları hakkında detaylı bilgiler elde ettik. Bu çalışmalarda literatürde yer alan bilgilerden de yararlandık.


    Karabiga-Şahmelek arası kıyılar

  • Son olarak 2008 yılı Şubat ayında tüm Armutlu Yarımadası kıyıları araştırıldı. Ağustos ayındaysa, dört gün süren ve Marmara’nın sadece güney kıyılarını kapsayan kıyı habitat sörveyi ve kıyı balıkçıları araştırması tamamlandı. SAD-AFAG üyeleri olarak ben ve kardeşim Meral Kıraç batıda Şahmelek ile doğuda Tirilye arasında kalan tüm kıyı şeridini, köyleri, bakir koyları, kayalık kıyıları ve kumsalları inceledik; fotoğraf ve video çekimleri yaptık. Bozulmamış kıyıları kayıtlara geçirdik. Bakir ve kayalık kıyılarda, nesli tehlike altında olan tepeli karabataklardan (Phalacrocorax aristotelis desmarestii) yüzlercesini gördük. Az sayıda yırtıcı kuş türünün yanı sıra, kuzgunları ve diğer ötücüleri de gözledik. Konuştuğumuz küçük kıyı balıkçıları her balığa çıktıklarında 10’luk, 20’lik hatta daha büyük gruplarda farklı yunus türleriyle mutlaka karşılaştıklarını belirttiler. Balıkçılardan aldığımız birinci el gözlem verileriyle, daha önce Armutlu Yarımadası ve İstanbul yakınlarında çekilmiş fotoğrafları bize ulaşan Akdeniz fokunun (Monachus monachus) nadir de olsa Marmara’nın güney kıyılarında hala gözlendiğini tespit ve böylece türün varlığını tekrar teyit ettik.

    Bütünleşik yönetim planı
    Doğa Derneği’nin “Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları” kitabında yer aldığı üzere, Marmara’nın güney kıyılarında oldukça önemli Önemli Doğal Alanlar (ÖDA) mevcut. Kapıdağ Yarımadası, Kocaçay Deltası, Armutlu Yarımadası gerçekten büyük ve önemli doğal alanları barındırıyor. Sanayileşmenin mevcut alanlarda sınırlı kalmasını sağlayarak, bakir kalmayı bir şekilde başarmış bu güney Marmara kıyılarının (Yalova-Lapseki arası), Marmara adaları ile Mola adalarının mutlaka çok dikkatli ele alınması, tüm Marmara için bir “bütünleşik deniz-kıyı alanları yönetim planı”nın çıkarılması ve tavizsiz uygulanması gerektiğini düşünüyorum. İmar planlarının artık bu el değmemiş, hem peyzaj güzelliğe, hem doğal habitatlara ve biyolojik çeşitliliğe sahip kıyı alanlarını yok etmemesi lazım. Elbette bu yönetim planına su ürünleri avcılığı, deniz taşımacılığı, liman atık alım tesisleri ve karasal kökenli kirlilik yönetimi konuları da dâhil edilmeli.


    Bandırma Körfezi


  • Balıkçılar ne diyor?
    İşin en ilginç yanı; aslında araştırmadan önce de iyi bildiğimiz üzere, birçok farklı limanda saatlerce görüşme yaptığımız istisnasız tüm kıyı balıkçılarını ve bazı gırgırcıların, tamamıyla yasak olduğu halde Marmara Denizi’nde trollerin avlanıyor olmasından altını çizerek söz etmeleri oldu. Bunu trol de yapan bazı balıkçılar bizzat itiraf ettiler. Marmara’da müthiş bir balıkçı nüfusu ve ciddi sayıda balıkçı barınağı var. Araştırma kapsamında yapılan ankete göre, balıkçıların algıladıkları en önemli sorunlardan biri olarak ne yazık ki yunusların ağlarına verdikleri zararlar geliyor. Ayrıca trollerden de ciddi şikâyetçi olduklarını, yasak olduğu halde dibi tarayarak büyük-küçük demeden deniz canlılarını topladıklarını belirtiyorlar. Bunların ardından balıkçılar deniz kirliliğinden şikâyetçiler. Kirliliğin en önemli kaynağının Bandırma’daki fabrikalarla güney kıyılarındaki diğer bazı işletmelerin atıklarını arıtmadan denize bırakmaları olduğunu düşünüyorlar. Ayrıca kirliliğin denizdeki balığın azalmasında önemli bir faktör olduğu fikrindeler.

    Denizdeki kirlilik dört gün boyunca tarafımızdan da tüm araştırma noktalarında bariz olarak gözlendi. Ancak balıkların azalmasında kirliliğin rolünün kapsamlı bilimsel çalışmalar sonucunda ortaya konabilineceğinin farkındayız. Birçok balıkçı, sonuçta balığın çok azalmasından ve balıkçılık faaliyetinin ekonomik olmaktan çıkmaya başladığından söz ediyor. Ekonomik değeri olan balıklar sadece palamut, lüfer, kefal, istavrit ve sardalya olarak sayılıyor. “Eşkine, levrek, çupra ve tekir çok az, barbun ise yok gibi” diyor hepsi. Kılıç, kalkan ve hatta büyük beyaz köpekbalığı uzun yıllar önce sizlere ömür.


    Çakılköy kıyıları

  • Deniz kirliliği ve azalan balık türleri konusunda hidrobiyolog Levent Artüz’ün 2008 yılı çalışma sonuçları, doğrudan gözlemlerimizi ve balıkçılarla yapılan anket çalışmasının sonuçlarını doğruluyor. Son olarak farklı limanlardaki balıkçılar, 2007–2008 sezonunda tüm Marmara’da görülen kırmızı alg patlamasından, yerel ağızla “salya”dan çok şikâyetçiler. Bu durum gırgır, bırakma ve voli (alamana) yöntemini kullanan balıkçıları ve hatta olta balıkçılarını bile tüm sezon boyunca son derece olumsuz etkilemiş. Tüm takımlar sanki çamura bulanmış gibi kısa sürede kullanılamaz olmuş ve balıkçı ekipmanlarının kelimenin tam anlamıyla “işe yaramaz hale gelmesi” sonucunda balık yakalayamamışlar. Balıkçılar bundan ötürü bankalara büyük kredi borçları olduğunu söylüyorlar. Hepsi bu sene de aynı sorunu yaşarlarsa iflasların arka arkaya geleceğinden eminler ve bu durum onları korkutuyor. Ancak en son bundan yaklaşık 10 sene önce aynı doğa olayı meydana geldiğinden, bunun periyodik bir durum olduğunu ve üst üste vuku bulması olasılığının az olduğunu da idrak ediyorlar. Gene de ekonomik kaygı doğal olarak yaşanıyor tabii.

    Gösteri amaçlı canlı yunuslardan bazıları bu denizden!..
    Balıkçılar aynı zamanda oldukça ilginç başka bilgiler de verdiler. Son zamanlarda çokça tartışılan ve birçok kesimin tepki gösterdiği, gösteri amaçlı canlı yunus avcılığından söz ettiler. Bandırma’lı balıkçılar bu yakınlarda, farklı zamanlarda, onlarca yunusun Bandırma açıklarında, Kapıdağ Yarımadası ve Mola Adaları civarlarında ağlarla canlı yakalandığını ve balıkçı gemilerine alınarak götürüldüklerini iddia ettiler. Bu elbette birden fazla balıkçı tarafından aynı şekilde ortaya atılan bir gözlem ve bilgi niteliği taşıyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığı’nın canlı yunus avcılığına ilişkin verilen izinleri tekrar gözden geçirmelerinde fayda olduğunu düşünüyorum. Sadece balıkçıların “burada çok yunus var, her çıktığımızda yunuslarla karşılaşıyoruz” şeklinde yorumları abartılı veya yanlış da olabilir, doğru da olabilir. Ancak ülkemiz denizlerinde yaşayan yunus türlerinin bilimsel anlamda popülasyon çalışmaları yapılmadan, dünyadaki durumları ve IUCN çalışmaları ile mukayese edilmeden sağlıklı, vahşi yunusları ekosistemden koparma ve kapalı ortamlarda sirk hayvanı haline getirme yanlışına düşmemek gerekir. Bir de dolfinaryum işletmecilerinin yunusları zekâ özürlü çocukların tedavisinde “yunus terapisi” adı altında kullanmalarının ve bunun yararlı olduğunu savunmalarının ne kadar doğru olduğunu sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum.

    Zira son zamanlarda bazı bilim adamlarının bu tip tedavilerde evcil at ve köpeklerin aynı etkiyi yaptığı ve yunusların özel olarak ayrı bir katkı sağlamadığı yönündeki görüşleri oldukça ilgi çekici. Yani “yunus terapisi” ciddi şekilde bilim dünyasında da sorgulanmaya başlanmış. Dolayısı ile kaş yapayım derken doğal yaşamın gözünü çıkarma noktasında olunmaması amacıyla yetkili kurumları tekrar düşünmeye davet ediyorum. Ayrıca ülkemizde ve dünyada dolfinaryum işletmecilerinin, yunus terapisinden çok yunus gösterilerinden elde ettikleri kazançla ilgilendiklerini sanıyorum.

    Sonuç olarak, Marmara Denizi ve kıyıları hâlâ yaşıyor! Bu güzel denizin kalan kıyılarını ve denizin kendisini korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak çok zor değil…

    * Cem Orkun KIRAÇ, Kuş Araştırmaları Derneği (KAD) Kurucu Üyesi; Sualtı Araştırmaları Derneği (SAD) Kurucu Üyesi

    Haber fotoğrafı: Kapıdağ Yarımadası kuzey kıyıları, Çakıl köyü civarı.

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu