YUKARI

Yazarlarımız

Yazar: Canan Egüz | Eklenme Tarihi: 28 Eylül 2007

Doğa'nın Şiiri, Şiir'in Doğa'sı

  • Urla’yı bilir misiniz? Güzel bir İzmir kasabasıdır. Denize dokunan, bereketli topraklarca uzanan ve ayçiçekleriyle hep güneşe bakan...

    Ben ilk orada girdim denize, dalından yeni kopmuş mis gibi meyvaları ilk orada tattım ve ilk defa orada ayağıma dikenler battı, tarlalarda yürürken. Yol kenarlarında kümelenmiş böğürtlenleri de, incecik süzülen yılanları da ilk defa orada gördüm.

    Daha küçüktüm ama ilk şiirimi orada yazdım; kuma, çünkü kağıdım kalemim yoktu yanımda.



    Belki de bu yüzden Urlalı Şair Necati Cumalı’yla açasım var yazımı...

    Buğdaydan öğrendim şiiri
    Canım kara buğdaydan
    Tadı tat binlerce yıldır
    İyilik cömertlikle alır
    Sofralarda yerini.

    Kır çiçeklerinden öğrendim
    Ürerler dağ bayır kendiliğinden
    Renkleriyle kurumlanmadan
    Ayırmadan çobanı beyi
    Sunarlar güzelliklerini.

    İşte böyle diyor Cumalı, Şiir’in Doğa’sını, Doğa’nın Şiiri’ni yazarken… Ve bir başka şiirinde şöyle devam ediyor, gelecekte doğabilecek bir takım kötülükleri sezmiş gibi:

    Akan suyu severim ben
    Işıldayan karı severim
    Bir yeşil yaprak
    Bir telli böcek
    Yeşeren tohum
    Güneşte görsem
    Sevinç doldurur içime
    Bir günü
    Güzel bir günü
    Güneşli bir günü
    Hiçbir şeye değişmem
    Onun için savaşı sevmem

  • Çünkü diyor;

    Bilirim yaşamaz güneşte
    Bilirim yaşamaz yanyana aşkla
    Ne haksızlık
    Ne korku
    Ne açlık

    Biz yazları giderdik Urla’ya. Kışın soldurduğu tenimiz canlanır, iştahımız açılır, uykumuz derinleşirdi orada. Hep bahçeye kurardık soframızı, yine tıpkı Cumalı gibi…



    Bütün yaz
    Kuyunun başında yedik
    Akşam yemeklerini
    Cevizler iç tuttu
    Bademlerin kabukları kurudu
    Ayvalara sindi günışığı

    Taze cevizin el boyadığını, dalındaki bamyanın can yaktığını ve acurun çabucak büyüyüp dalından sarktığını orada öğrendim ben. Doğa’nın bereketine ancak ona şefkatle yaklaşırsak tanık olabileceğimizi de…

    Başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda kuşları gördüm birgün, merak ettim, Cevat Çapan yanıtladı beni, yine bir şiirle:

    O göçebe kuşları da merak ederdin sen,
    yılın hangi ayında geldiklerini,
    gelirken hangi enlemlerden geçtiklerini,
    yuvalarını nerelerde yaptıklarını...
    Turuncu, altın sarısı, siyah tüylü o kuşlar.
    Onları anlatırdım sana kış geceleri,
    aştıkları lacivert denizleri,
    adlarını uydurduğum kimsesiz adaları.

  • Sonra büyüdüm, aşkın kıpırtıları kalbimi bir hoş ederken, Aşk’ın Doğa, Doğa’nın Aşk olduğunu anlamaya başladım. Aziz Nesin’in Badem ağaçlarına özendim, yeni şiirler keşfettim:
    Sen ağaçların aptalı
    Ben insanların
    Seni kandırır havalar
    Beni sevdalar
    Bir ılıman hava esmeye görsün
    Düşünmeden gelecek karakış..
    Acarsın çiçeklerini ..
    Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
    Bir güler yüz bir tatlı söz..
    Açarım yüreğimi hemen

    Sonu gelmese de hiç bir aşkın
    Açalım yine de çiçeklerimizi
    Senden yanayım arkadaşım
    Havanı bulunca aç çiçeklerini
    Nasıl açıyorsam yüreğimi
    Belki bu kez kış olmaz
    Bakarsın sevdan düş olmaz
    Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
    Vur kendini sen de bu güzel havaya

    Yaz bitip de eve döndüğümde geldiğim bağları, bahçeleri özledim de balkonda duran saksı çiçekleriyle sohbete başladım. Can Yücel geldi, muzip:

    O bir saksıydı siperde
    Gökten inenleri gördü de
    Anladı gayrı
    Yağmur yemek nerdeee
    El elinden sulanmak nerde

    Yaz bitiyordu ve içim üşüyordu.Gözlerim ufukla birleşen körfezde. Denizin kokusu, martının çığlığı. Yine konuştu Can Yücel ve dedi ki:

    Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin...

  • Yıllar telaş içinde geçti. Büyük şehrin içinde kaybolmuş küçücük insanlardık. Sonra isyan etti yüreğim, Behçet Necatigil’in bir şiirine tutundum:

    Coğrafya kitabında konu:
    Yeryüzünün şimdiki hali.
    Ülkelerin yüz ölçümü,
    Engebeler, dağ, orman, vadi.

    Akar su, iklim, yağış
    Bitkiler, nüfus, konuşulan dil
    Halkın geçim kaynakları - -
    Ülkeleri bildirir
    Bir coğrafya kitabı.

    Bilgi! Kitaplar ne bilir,
    Ben ölçmedimse bütün ölçümler boşuna.
    Yağmurların sözü nasıl edilir,
    Alnım ıslanmadıysa serin yağışlarında.

    Ne denizler deniz, dağlar dağdır
    Ne bahçeler bahçe.
    Yok öyle göller
    Ben olmayınca.

    Ben gidemiyorsam
    Kitaplar aldatır.
    En verimli toprak, ben göremiyorsam
    Katı, kıraç, kısır.


    Çocuklar, zamane çocukları… Belki de domatesin gerçekte nasıl koktuğunu hiç bilmeyecekler ve dalında ballanan incirleri hiç koparamayacaklar. Üzülüyoruz, onlar için güzel bir dünya istiyoruz da ne yapıyoruz?

    Büyükler biraz daha yorulsun
    Onlar da büyüsünler
    Onlar da mesut olsunlar
    Geçti, kaç savaş ezikliği
    Çocukları düşünsünler
    Çocuklar iyi gün görsünler.


  • Diyor Necatigil ve Nazım ekliyor...

    dünyayı çocuklara verelim
    kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
    hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
    bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
    çocuklar dünyayı alacak elimizden
    ölümsüz ağaçlar dikecekler


    Ama Nasıl? Nasıl’ın şiiri yazılmadı daha, yazılması da kolay değil belki, ama insan gibi, bir telli böcek, bir yeşil yaprak gibi, şiirin de doğaya ihtiyacı var.

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu