YUKARI

Duyurular

Eklenme Tarihi: 14 Ekim 2024

WWF’in 2024 Yaşayan Gezegen Raporu yayında

  • Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın 2024 Yaşayan Gezegen Raporu’na göre; 50 yıl içinde izlenen yaban hayatı popülasyonlarının ortalama büyüklüğü yüzde 73 düştü.

    Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF) 2024 Yaşayan Gezegen Raporu’na göre, sadece 50 yıl içinde (1970-2020) izlenen yaban hayatı popülasyonlarının ortalama büyüklüğünde yüzde 73'lük dramatik bir düşüş yaşandı. Rapor, insanlık için ciddi tehditler oluşturan tehlikeli eşik noktalarına giderek yaklaşıldığını ve önümüzdeki beş yıl içinde iklim ve doğa krizleriyle mücadele etmek için büyük bir kolektif çabanın gerekliliğine dikkat çekiyor. Londra Zooloji Derneği (ZSL) tarafından hazırlanan Yaşayan Gezegen Endeksi (YGE), 1970-2020 yılları arasında 5495 türe ait yaklaşık 35.000 popülasyonun gidişatını ortaya koyuyor. Tatlı su ekosistemleri yüzde 85 düşüşle en ağır kayba uğrarken, bunu yüzde 69 düşüş ile kara ve yüzde 56 ile deniz ekosistemleri takip ediyor. Gıda sistemimiz başta olmak üzere farklı etkenlerin neden olduğu habitat kaybı ve bozulması, dünya genelinde yaban hayatı popülasyonları üzerindeki en büyük tehdit olarak kaydedilirken, aşırı avlanma, istilacı türler ve hastalıklar da diğer tehdit unsurları arasında yer alıyor. Latin Amerika ve Karayipler’de ise bu tehdit unsurlarına ek olarak iklim değişikliğinden olumsuz etkilenen canlı popülasyonları ortalama yüzde 95’lik önemli bir düşüş yaşamış durumda.

    Ekosistemlerin kaybının erken uyarı işareti
    Yaban hayatı popülasyonlarındaki düşüşler, artan yok olma riskinin ve sağlıklı ekosistemlerin olası kaybının erken uyarı işareti. Ekosistemler zarar gördüğünde, insanlığa sundukları yaşamsal öneme sahip temiz hava, temiz su ve sağlıklı toprak gibi faydaları sona erebilir ve eşik noktalarına karşı daha savunmasız hale geliyor. Eşik noktası, bir ekosistemin geri dönüşü mümkün olmayan büyük ölçekli bir değişim geçirdiği kritik nokta. Amazonlardaki yağmur ormanlarının yok olması veya mercan resiflerinin kitlesel olarak ağarması gibi küresel eşik noktaları, bulundukları çevrenin sınırlarını aşan şok dalgaları yaratma ve tüm dünyada gıda güvenliği ve geçim kaynaklarına ilişkin sorunlara yol açma riskini taşıyor. Söz konusu bölgelere ilişkin tehlike çanları, Amazonlarda art arda patlak veren orman yangınlarının Ağustos ayında son 14 yılın en yüksek seviyesine ulaşması ve bu yılın başlarında mercan resiflerinde dördüncü kez kitlesel bir ağarma yaşandığının teyit edilmesi sonucu çalmaya başladı.

    Peki Türkiye’de durum ne?
    Türkiye, sulak alan çeşitliliği ve geniş ölçeğiyle, özellikle göçmen kuş türlerine ev sahipliği yapması bakımından bulunduğu coğrafyanın en önemli ülkelerinden biri. Ancak aşırı kullanım, kirlilik ve plansız yapılaşma gibi tehditler, iklim değişikliğinin de etkisiyle sulak alanlarda su kaybı ve dönemsel kurumalara neden oluyor. Ülkemizdeki sulak alanların sağlıklı yapılarını kaybetmesinde en önemli faktörlerden biri, tarımda kullanılan verimsiz sulama yöntemleri. Kentsel, sanayi ve tarımsal kaynaklı kirlilik, sucul türlerin sağlığını olumsuz etkiliyor. Bu baskılar, tehlike altındaki Avrupa yılan balığı gibi türleri de ciddi şekilde tehdit ediyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu ve biyolojik çeşitlilik açısından dünyanın değerli coğrafyalarından biri olan Akdeniz Havzası’nda 2021 yılından bu yana meydana gelen mega yangınlar karakulak, Marmaris kara semenderi koruma öncelikli türler açısından büyük tehdit oluşturuyor. Kıyı alanlarında artan iyi planlanmamış yapılaşma ve diğer aşırı kullanımlar nedeniyle deniz kaplumbağası yuvalama kumsallarının yüzde 60’tan fazla bölümünde iyileştirme çalışmalarına ihtiyaç var. Denizlerimizde plastik kirliliği hızla artmaya devam ediyor.

    Doğa alarm veriyor
    WWF Küresel Direktörü Dr. Kirsten Schuijt, Yaşayan Gezegen Raporu’nu şu sözlerle değerlendirdi: “Doğa alarm veriyor. Birbiriyle bağlantılı olan doğa ve iklim krizleri, yaban hayatı ve ekosistemleri son sınırlarına kadar zorlarken, tehlikeli eşik noktaları dünyanın yaşam destek sistemlerini ve toplumların istikrarını tehdit ediyor. Amazon yağmur ormanları ve mercan resifleri gibi son derece kıymetli ekosistemleri kaybetmenin yol açacağı feci sonuçlar, dünyanın her yerinde insanları ve doğayı etkileyebilecek nitelikte. YGE’de popülasyonları takip edilen bazı türler arasında; 1990-2018 yılları arasında Avustralya’da Büyük Set Resifi’nde yer alan Milman Adası’nda yuvalayan dişi sayısı yüzde 57 oranında azalan atmaca gagalı deniz kaplumbağası; 1994 ve 2016 yılları arasında Brezilya Amazonlarında Mamirauá Rezervi’nde yüzde 65’lik düşüş yaşayan Amazon pembe nehir yunusu yer alıyor. Geçen yıl aşırı sıcak ve kurak geçen bir dönemin ardından sadece iki gölde 330’dan fazla nehir yunusu öldü. Öte yandan Doğu Afrika'daki Virunga dağlarında yaşayan dağ gorillerinin alt popülasyonunda 2010-2016 arasındaki her yıl yaklaşık yüzde 3'lük bir artışın yaşandığını ortaya koyan Yaşayan Gezegen Endeksi, Orta Avrupa'daki Bizon popülasyonlarının geri dönüşü gibi etkili koruma çabaları sayesinde istikrar kazanan veya artan bazı popülasyonlara da dikkat çekiyor. Ancak söz konusu münferit başarılar yeterli değil.”

    Ulusal taahhütler 2030 hedeflerinin çok gerisinde
    Dr. Kirsten Schuijt sözlerini şöyle sürdürdü: “Dünya ulusları, biyolojik çeşitlilik kaybının durdurulması ve bu olumsuz gidişatın tersine çevrilmesi (Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi), küresel sıcaklık artışının 1,5 °C ile sınırlandırılması (Paris Anlaşması), yoksulluğun ortadan kaldırılması (BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları) gibi iddialı küresel hedefler belirledi. Ancak Yaşayan Gezegen Raporu, halen ulusal ölçekte kabul edilmiş olan taahhütlerin ve sahada gerçekleştirilen eylemlerin, 2030 hedeflerine ulaşmak ve söz konusu eşiklerin aşılmasından kaçınmak adına yapılması gerekenlerin çok gerisinde olduğuna işaret ediyor. Önümüzdeki aylarda gerçekleştirilecek uluslararası biyoçeşitlilik (COP16) ve iklim (COP29) zirveleri, ülkelere karşı karşıya oldukları zorlukların büyüklüğü ile orantılı hamleler yapmak için yeni bir fırsat sunuyor. WWF, bütün ülkeleri, küresel ölçekte aşırı tüketimi azaltmak hem yurt içi hem de yurt dışı faaliyetlerden kaynaklanan biyoçeşitlilik kaybını durdurarak gidişatı tersine çevirmek ve emisyonları azaltmak üzere, hakkaniyeti de gözeterek daha iddialı ulusal doğa (NBSAP) ve iklim eylem planları (NDC) geliştirmeye ve uygulamaya davet ediyor.”

    İklim üzerinde olumsuz etkileri olan faaliyetlere hızla son verilmeli
    Hükümetleri karşı karşıya bulunulan zorlukların boyutu ile orantılı adımlar atmaya davet eden WWF, iklim, doğa ve sürdürülebilir kalkınma politika ve eylemlerini daha iyi uyumlaştırmak için kamu ve özel finansman olanaklarını da artırmaya çağırıyor. WWF”ye göre; devletler ve özel sektör, biyoçeşitlilik ve iklim üzerinde olumsuz etkileri olan faaliyetlere hızla son vermek için harekete geçmeli ve acilen gezegenimizi krize sürükleyen uygulamalara harcanan kaynakları, küresel hedeflere ulaşılmayı sağlayacak faaliyetlere yönlendirmeli.

    “Gidişatı değiştirmek için gereken güce ve fırsatlara sahibiz”
    Dr. Kirsten Schuijt sözlerini şöyle tamamladı: “Durum umutsuz gibi görünse de geri dönüşü olmayan noktayı henüz geçmedik. 2030’a kadar doğayı yeniden iyileşme yoluna sokabilecek küresel anlaşmalar ve çözüm yolları elimizde. Ancak şu ana kadar bunların hayata geçirilmesi yolunda çok az mesafe kat ettik ve durumun aciliyetinin hâlâ farkında değiliz. Önümüzdeki beş sene içinde alacağımız kararlar ve gerçekleştireceğimiz uygulamalar, gezegenimizin geleceği adına kritik önem taşıyor. Gidişatı değiştirmek için gereken güce ve fırsatlara sahibiz. Hemen şimdi harekete geçersek yaşayan gezegenimizi iyileştirebiliriz.”

    “Çok daha fazla kamu ve özel finansmana ihtiyaç var”
    WWF-Türkiye Doğa Koruma Direktörü Güner Ergün de raporu şu sözlerle değerlendirdi: “Şimdi harekete geçersek yaşayan gezegenimizi eski haline getirebiliriz! Ne yapılması gerektiğini ve nasıl yapılacağını biliyoruz. Doğa, iklim ve sürdürülebilir kalkınmaya ilişkin küresel hedeflere ulaşmak için cesur bir liderliğe; hükümetler, işletmeler ve toplumun tamamından gelecek büyük bir kolektif çabaya ihtiyacımız var. Eylemlerimizi hızlandırma zamanı! Hükümetler, daha iddialı ulusal iklim ve doğa planları hazırlayıp uygulayarak cesur eylemler ve cesur liderlik sergilemeli. Isınmayı 1,5 °C ile sınırlandırmak ve 2030 yılına kadar doğa kaybını durdurmak ve tersine çevirmek, geniş ölçekte faaliyetin kilidini açmak için çok daha fazla kamu ve özel finansmana ihtiyaç var”

    “İhtiyacımız olan şey daha azimli adımlarla harekete geçmek”
    Londra Zooloji Derneği, Koruma ve Politikalar Müdürü Dr. Andrew Terry ise değerlendirmesinde şunları söyledi: “Gezegenimizin ve biyoçeşitliliğin sağlık taraması niteliğindeki Yaşayan Gezegen Endeksi, tehlikeli eşik noktalarını aşma riskiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bu gidişata mahkûm değiliz. Ne yapacağımızı biliyoruz ve şans verildiğinde doğanın yeniden toparlanabileceğinden eminiz. Şimdi ihtiyacımız olan şey daha azimli adımlarla harekete geçmek. Doğayı 2030 yılına kadar eski haline getirmeye yönelik uluslararası taahhütleri yerine getirmek için beş yılımız var. COP16 için bir araya gelecek dünya liderlerinden güçlü hamleler görmek istiyoruz. Söz konusu taahhütlere ulaşmak ve yeniden iyileşme yoluna girmek için kaynakları acilen artırmamız gerekiyor."

    İşte rapora ilişkin önemli notlar…
    • Yaşayan Gezegen Endeksi (YGE), dünya genelinde izlenen omurgalı tür popülasyonlarında (memeliler, kuşlar, amfibiler, sürüngenler ve balıklar) ortalama yüzde 73'lük bir düşüş olduğunu gösteriyor. Endeksteki yüzdesel değişim, kaybedilen tek tek hayvan sayısını ya da kaybedilen popülasyon sayısını değil, dünya genelindeki sahalarda izlenen hayvan popülasyonlarının büyüklüğündeki ortalama oransal değişimi gösteriyor.
    • Yaşayan Gezegen Endeksi’nin birbiri ardına yayımlanan versiyonları, farklı türleri içerdiğinden, doğrudan karşılaştırılabilir endeksler olmadıklarına dikkat çekmek gerekiyor. İzlenen bazı bölgelerde 1970 yılının referans noktası olarak kabul edilmesi önemli bir detay. Avrupa ve Kuzey Amerika’da, endeksin başlangıcı olan 1970 yılından önce de doğa üzerinde büyük ölçekli olumsuz etkiler görülmeye başlanmıştı. Bu durum, bu bölgelerdeki düşüşün neden diğerlerine göre daha az olumsuz olduğunu açıklıyor. Kuzey Amerika’da ortalama yüzde 39’luk bir düşüş görülürken, Avrupa ve Orta Asya’da görülen düşüş yüzde 35.
    • Küresel eşik noktaları, insan ve diğer birçok tür için ciddi tehditler oluşturacak, dünyanın yaşam destek sistemlerine zarar verecek ve her toplumda istikrar sorunlarına sebep olacak sınırlar. Bilim insanları, iklim değişikliği ve ormansızlaşma nedeniyle azalan yağış miktarının, Amazonlardaki koşulları tropikal ormanlar için elverişsiz hale getireceğine ve bölgenin eşik noktasını aşabileceğine inanıyor. Bu durum, bölgesel ve küresel hava koşullarını değiştirerek gıda üretimini etkileyebilir ve Amazonların bir karbon yutağı olmaktan çıkıp bir emisyon kaynağı haline gelmesine yol açabilir. Mercan resifleri de iklim değişikliği nedeniyle tehlike altında. Bu yıl mercanların dördüncü defa kitlesel olarak ağardığı teyit edildi. Her ağarma olayı mercanları zayıflatarak kirlilik ve aşırı avlanma gibi diğer baskılarla baş edemez hale getiriyor. Mercan resiflerinin kitlesel olarak yok olması balıkçılığı da olumsuz etkileyecek. Dalgalara, fırtınalara ve su taşkınlarına karşı tampon görevi gören resiflerin yok olması, kıyısal alanlarda yaşayan insanları bu tür etkenlere karşı savunmasız bırakacak.
    • Enerji ve gıda sistemleri, iklim değişikliği ve doğa kaybına yol açan etkenlerin başında geliyor. Sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 70'i fosil yakıtlardan kaynaklanıyor. Habitat kaybının birincil sebebi olan gıda üretimi, su kullanımının yüzde 70'inden ve sera gazı emisyonlarının dörtte birinden daha fazla sorumlu.
    • Doğa temelli çözümler, iklim değişikliği de dahil olmak üzere toplumu etkileyen önemli sorunlar karşısında doğal ekosistemleri, biyolojik çeşitliliği ve insan refahını artırmak için doğanın gücünden yararlanıyor. Örneğin, onarıcı tarım uygulamaları ve ormanlar, sulak alanlar ile mangrovların restorasyonu, depolanan karbonu artırabilir, su ve hava kalitesini iyileştirebilir, gıda ve su güvenliğini yükseltebilir ve erozyon ve sellere karşı korunmaya yardımcı olabilir
    • Ülkelerin, 21 Ekim-1 Kasım 2024 tarihleri arasında Kolombiya'nın Cali kentinde düzenlenecek olan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Taraflar Konferansı’ndan (COP16) önce 2030 Küresel Biyolojik Çeşitlilik Çerçevesi ile uyumlu olarak revize edilmiş ulusal biyoçeşitlilik stratejilerini ve eylem planlarını (NBSAPs) sunmaları gerekiyor. WWF, bu bağlamda ülkeleri daha iddialı ve kapsamlı planlar sunmaya ve biyoçeşitlilik için daha fazla kaynak ayırmaya çağırıyor.
    • Paris Anlaşması kapsamında ülkeler 2025 yılında, küresel ısınmayı 1.5 °C ile sınırlandırma hedefine nasıl katkıda bulunacaklarına dair yeni iklim planlarını (Ulusal Katkı Beyanları- NDC'ler) sunmak zorunda. Bu planlarda, fosil yakıtlardan kademeli olarak vazgeçilmesi ve gıda sistemlerini dönüştürmeye yönelik yol haritalarının da yer alması gerekiyor.
    • WWF, 11 Kasım-22 Kasım 2024 tarihleri arasında Azerbaycan'ın Bakü kentinde düzenlenecek İklim Zirvesi’nde de (COP29), gelişmekte olan ülkelerin azaltım ve uyum ihtiyaçlarını karşılayacak yeni ve iddialı bir iklim finansmanı hedefinin kabul edilmesini talep ediyor.

Çocuklar İçin

Keşfet ? Öyküler Kitap Kurdu